Dijital bir çağın tam orta yerinde debelenip duruyoruz. Çağ değil bu; devâsâ bir ağ: Bütün duyarlıklarımızı, inançlarımızı, sâbitelerimizi yerle bir etmekle tehdit eden bir yok oluş mevsimi. Güle oynaya yok olanların iklimi. Hız, haz ve ayartının kölesi olanların trajikomik hâlleri.
Türkiye, maddî olarak (özellikle savunma sanayisinde) büyük atılımlara imza atıyor. Altyapıda da keza aynı şekilde. Ama manevî olarak yok oluşun eşiğine sürükleniyor…
Manevî olarak yok oluş’tan kastettiğim değerlerimizin yerle bir olması, entelektüel melekelerimizin buharlaşması, şehirlerimizin kimliksiz, ruhsuz, kişiliksiz ve geleceksiz, hiç bir umut vadetmeyen beton yığınlarına dönüşmesi; fikir, sanat, kültür, medya ve eğitim hayatımızın tam anlamıyla metamorfoz geçirmesi, mankurtlaştırıcı yıkımlar yapması, ülkemizin fiîlî olmasa bile zihnî Endülüs’ünü yaşamaya sürüklenmesi…