Tarihselcilik, Almanya’nın darmadağınık olduğu bir zaman diliminde bir Alman ruhu icat ederek Almanya’yı toparlamak amacıyla doğdu, esas itibariyle.
Farklı kültürlere, dillere kapı aralayan bir arayış olarak.
Zamanla, izafîleştirici, her şeyi kayıtlı zamana ve mekâna kilitleyici, dolayısıyla insanı tanrılaştırıcı, tarihi kutsayıcı özellikleri nedeniyle kıyasıya eleştirildi; sonunda, Karl Popper tarafından hurdaya çıkarıldı.
Tarihselciliğin, tarihi mutlaklaştırarak hakikati izafîleştirici özelliğinin, hakikat fikrini inkâr eden izafîleşme biçimlerini mutlaklaştıran postmodern söylemlere kapı araladığını da hatırlatmak isterim.
Dünkü yazımda tarihselciliğin serüvenini özetlemiş ve tarihselciliğin, insanın tanrılaştırılması sürecinin yapı-taşlarını döşediğine dikkat çekmiştim.
Bugünkü yazımda, tarihselciliğin, düşünme faaliyetini nasıl felçleştirdiğini, bu yüzden Batı’da da nasıl kıyasıya tartışıldığını ve hurdaya çıkarıldığını, ayrıca pratikte nasıl büyük felâketlere yol açtığını göstermeye çalışacağım.