Başını gökyüzüne çevirerek, “Hayretimi artır ya Rab! Bana
eşya'nın hakikatini öğret!” diye dua eden bir rahmet peygamberinin
ümmeti olmak ne büyük nimet!
Âlemlere rahmet olarak gönderilen, Kitab-ı Hakikat “verilen”,
“bütün kelimelerin toplamı” (cevâmi'üI-kelim), hakikat ummanı,
kâinat'ın övüncü, kıvancı bir hakikat peygamberinin ümmeti olmak ne
büyük şeref, ne büyük izzet!
Fehm etmek, fikr etmek ve şükretmek gerek!
ZAMANI VE MEKÂNI YENİDEN MÜSLÜMANLAŞTIRMAK...
Efendimiz (sav) eşya'nın hakikatlerini öğrenmek ve öğretmek gibi
ulvî bir derdin ve gâyenin izini sürüyor ve ümmeti olarak bizi de
bu derdin ve gâyenin izini sürmekle yükümlü kılıyor.
İşte bu ulvî dertle hemdert, hemdost ve hemhâl olabildiğimiz
içindir ki, dün, insanlığa hakikat, hakikatten süt emen, herkese
hayat hakkı tanıyan bir adalet, kardeşlik ve ruh medeniyeti hediye
ettik.
Ama son iki asırdır köklü bir medeniyet buhranı yaşıyoruz:
Medeniyet gökkubbemiz çöktü: Müslüman zihni, idraki, dili, “yer”i
yerle bir oldu: Müslümanca duyuş, kavrayış, düşünüş ve yaşayış
vasat'ımızı ve vasıta'larımızı, yetilerimizi ve yeteneklerimizi,
ilkelerimizi ve zeminimizi yitirdik.
Zamanda ve mekânda İslâm'ın diriltici ruhu hükmünü icra etmiyor
artık. Müslüman zamanı'nı ve Müslüman mekânı'nı, şuurunu ve
şiiri'ni kaybettik.
Zamanı ve mekânı Müslümanlaştırmamız gerekiyor silbaştan. Bu, bizim
çağın ağlarından ve bağlarından, kavramlarından ve bağlamlarından
arınarak ümmîleşmemiz, çağ aşacak, çağ açacak, çağrı'sı çağ'ını
kuracak bir öncü kuşak yetiştirerek yeniden Müslümanlaşmamız
demek!