Batı uygarlığı, insanlığın başına gelmiş en büyük belâdır. Hiç abartılı bir cümle değil bu.
Nasıl abartılı olsun ki! Batı uygarlığı, Tanrı fikrini yok etti.
Hakikat fikrini yok etti.
Tabiatı delik deşik etti, ozon tabasını deldi, yerküreyi bir düğmeye basarak yok edecek ürpertici silahlar üretti.
Modernliği hazırlayan hümanizmle birlikte yücelttiği insanı, postmodern süreçte bir nesne, bir makina, bir eşya konumuna indirgedi.
İnsansız bir dünya, dünyasız bir insan ve ruhsuz bir hayat inşa ederek dünyayı cehenneme çevirdi.
Batı uygarlığının felsefî temellerinin, varoluş ilkelerinin sorunlu olmasından kaynaklanıyor ürettiği bu felâketler: Ontolojik şiddete dayanan bir uygarlıktan, barışın, karşılıklı iletişimin, beslenmenin, adaletin, hakkaniyetin, merhametin hâkim olacağı, insanca, yaşanabilir bir dünya inşa etmesini beklemek olmayacak duaya âmin demek gibi bir şeydir.
Varlığı, temelleri, ilkeleri şiddete dayalı bir uygarlık varlıklar, kültürler, toplumlar, dinler, cinsiyetler, insanlar arasında çatışmaya, kaosa dayalı ilişki biçimleri üretecekti kaçınılmaz olarak.
Kozmosun, dengenin, sulhun hâkim olacağı bir dünya veya ilişki biçimleri geliştirmesi zaten mümkün değildi.
Batı uygarlığının ontolojik şiddete dayanıyor olması ne demek?
Batı toplumlarının yaşadığı ve bütün dünyaya da hâkim olduğu için bütün insanlığa da yaşattığı ontolojik şiddet, Batı uygarlığının varlığı, özellikle de Tanrı’yı, insanı ve diğer varlıkları ve bunlar arasındaki ilişkileri yanlış tanımlamasından kaynaklanıyor.
Başka türlü ifade etmek gerekirse, Tanrı, İnsan ve Kâinât’tan oluşan Büyük Varlık Zinciri’ni tepe taklak etmesi, varlıklar arasındaki hiyerarşiyi yerle bir etmesi, varoluşun dengesini bozması, Tanrı’yı önce izafileştirmesi, sonra Tanrı fikrini yok etmesi, sonuçta insanı Tanrı konumuna yerleştirmesidir bu.