Şu hayatî ilkeyi zihnimize iyi kazımamız gerekiyor:
Sâbitelerini yitiren dinler, değişkenlerin saldırısıyla delik deşik edilirler.
Sâbitelerini yitiren dinlerin müntesipleri ise, esen sert rüzgârların önünde, önce, bir süre, oraya buraya sürüklenirler, sonra da büsbütün tarihten çekilirler.
Müslümanlar, 1400 yıllık tarihleri boyunca iki büyük medeniyet buhranıyla, yanı sâbitelerini yitirme ve dünyalarını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kaldılar.
BİRİNCİ MEDENİYET KRİZİ NASIL AŞILDI?
Birinci büyük medeniyet buhranı, mîlâdî 10. yüzyılda akîdeyi, dolayısıyla sâbiteleri sarsacak felsefî kargaşalarla başladı; İslâm dünyasını târumâr eden Moğol ve Haçlı saldırılarıyla nihâî noktasına ulaştı.
Birinci medeniyet buhranı, Gazâlî'nin öncülüğünde hayata geçirilen, akîdeyi muhkemleştirecek, fikrî istikameti sağlamlaştıracak ve siyasî bütünleşmenin gerçekleştirilmesine imkân tanıyacak tam 2 asır süren büyük, yorucu akîdevî, fikrî ve siyasî yolculuklar sonrasında aşıldı.
Gazâlî'nin yapı-taşlarını döşediği bu yorucu yolculuk, önce, İslâm dünyasının her bakımdan karşı karşıya kaldığı iç ve dış saldırıların yol açtığı çakıl-taşlarını temizlemişti. O yüzden müslümanlar, içerden ve dışardan çok büyük saldırılarla karşı karşıya kalmalarına rağmen İslâm'dan aslâ şüphe etmemişlerdi.