İnsanlığın diriltici bir soluğa ihtiyacı var...
Bu soluğu biz üfleyebiliriz yalnızca: Biz, yani yeniden insanlığın
yükünü omuzlarında taşıdığı şuuruyla nefes alıp vererek
toparlanabilecek Müslüman toplumlar.
Türkiye'nin, bu süreçte yükü çok ağır, yükümlülükleri de bir hayli
fazla.
Eğer Türkiye, tarihî yükümlülüklerini yerine getiremezse, bu yükün
altında kalır; insanlık, çıkmaz sokağın eşiğine yuvarlanır...
YORGUN DÜŞEN İNSANLIK VE HAKİKAT GÜNEŞİ'NİN DOĞUŞU...
İslâm, tarih sahnesine çıktı; ilk yüzyılda bütün dünya coğrafyasını
harakete geçirdi; yalnızca duran tarihi yürütmekle kalmadı,
inanılmaz bir şekilde hızlandırdı da: İslâm'ın tarih sahnesine
çıkması, bütün kıtaların ve medeniyetlerin hareketlenmesine ve
tarihin bereketlenmesine yol açtı.
Çin medeniyeti ve Hint medeniyeti yorgun düşmüştü.
Afrika kıtası, fırtına öncesi bir sessizliğe gömülmüştü. Önce
Müslümanlar gelecek, Afrika'da taze yemişler verecek bir bahar
mevsimi yeşerteceklerdi. Ama ardından Avrupalılar gelecek,
dondurucu bir kış mevsimi patlak verecek, her şeyi tarumâr edecek,
Afrika'nın hem zenginliklerini yağmalayacak hem de tarihin tanık
olduğu en büyük kültürel tecâvüze ve yıkıma imza atacaklardı.
Öyle ki, Tanzanya'nın Zenzibar Adası'nda Portekizlilerin
kurdukları, tarihin en barbarca cinayetlerine tanıklık eden Kölelik
İstasyonu'yla Afrikalıları zincirlere burup Avrupa'ya ve Amerika
kıtasına sürgün edeceklerdi. Avrupalıların sözümona “uygarlaştırma
misyonu”yla yaptıkları şey, kelimenin