Kadir Gecesi’nden bahsedilirken hep Kur’ân’ın bu gecede indirilmesi üzerinde duruldu hep. Vurgu, Kur’ân’a oldu; inzâl’e değil.
Eğer vurgu, inzâlin eserine değil de bizzat inzâl fiilinin kendisine (dolayısıyla Fâil’e / Allah’a, Allah’ın kudretine ve hâkimiyetine) yapılmış olsaydı, Kur’ân, herhangi bir kitap muamelesi görmez, her dâim Allah’ın kudret ve iktidarının / hâkimiyetinin yegane kaynağı olarak hayatımızda merkezî bir yer işgâl ederdi.
Bugün, ayartıcı yeni-paganizm ve yeni-barbarlık biçimleri, neo-seküler kültürel formlar aracılığıyla hayatımızın her alanına derinlemesine nüfûz ediyor. Ve dünyamızı yaşanılamaz bir çatışma, işgal, sömürü, zulüm ve tecavüzler arenasına dönüştürüyor…
Çıkış yolu olarak da insanlığı hızın, hazzın ve tüketimin kölesi hâline getirmekte buluyor: İnsanlığın nihilizmin eşiğine sürüklenmesi demektir bu: Güle-oynaya intiharı yani!
İşte tam böylesi bir ontolojik felâket çağında, bizatihî inzâl hâdisesinin kendine vurgu yapılması hayâtî önem arzediyor: Allah’ın kudret ve takdirinin, insanın bütün putları yere sermesine imkân tanıyan, insanlığı asıl özgürlüğüne kavuşturan diriltici çıkış yolu burada gizli çünkü.
İNZÂL HÂDİSESİ: RUBÛBİYET KUDRETİ