“Kürt sorunu”, Cumhuriyet tarihinin üçte birlik dilimini yuttu:
Türk sekülerleşmesinin topluma ödettiği bedelin ağır faturası
oldu.
KENDİ KUYUMUZU KAZIYORUZ!
İnsanı, derin düşüncelere garkeden şey şu: “Kürt sorunu”,
hayatımızın her yerine öylesine derinlemesine nüfûz etti ki, artık
bu sorunun nereden kaynaklandığını, neden kontrolden çıkacak
boyutlar kazandığını düşünmeye mecalimiz bile kalmadı!
Oysa en hayatî kuralı atlıyoruz: Bir sorunun asıl nedenlerini,
kökenlerini ve kazandığı boyutları anlamadan, o sorunu nihâî,
kalıcı olarak çözüme kavuşturamazsınız.
Bizse tam da bunu yaptık 30 küsur yıldır. Aynı yanlışı sürdürüyoruz
hâlâ: Bu seküler ortamda, siyâsî, kültürel ve ekonomik haklar
vererek bu sorunu çözebileceğimizi sanıyoruz. Ama fena hâlde
yanılıyoruz ve kendi kuyumuzu kazıyoruz!
KÜRT DEVLETİ: İKİNCİ İSRAİL
Şunu iyi bilelim: Kürt kardeşlerimize vereceğimiz bütün seküler
haklar, bir bumerang etkisi yapacak, önce Türkiye'yi, sonra da
onları vuracak “tehlikeli silahlar”!
Şöyle ki: Kürtlerin elde ettikleri -ve edecekleri- bütün seküler
siyâsî, ekonomik ve kültürel haklar, sonuçta bağımsız devlete kadar
gider. Doğrusu, bir halk, bağımsız olmak istiyorsa, ben ona
“bağımsız olamazsın!”, diyemem. Bu, bu kadar net.
Hayâtî soru şu burada: Eğer Kürtler, bağımsız bir devlete sahip
olursa, bunun sonu ne olur?