15 Temmuz gecesi bütün kirli ve iğrenç yüzüyle karşımıza çıkan
tehlike, “paralel devlet” tehlikesi değil “paralel din”
tehlikesidir.
“PARALEL DEVLET” TEHLİKESİ DEĞİL, “PARALEL DİN” TEHLİKESİ!
Eğer asıl tehlikenin “paralel devlet” tehlikesi değil “paralel din”
tehlikesi olduğunu göremezsek, hem bu tehlikeyle başedemeyiz hem de
artçı şoklarını yeriz!
İşte İslâmî kesimler de dâhil, bütün toplum kesimleri meselenin püf
noktası burası olmasına rağmen bunu göremedi, ne yazık ki!
Göremezdi; çünkü dünyada, coğrafyamızda ve ülkemizde yaşanan
hâdiselere geniş bir perspektiften, medeniyet perspektifinden
bakacak ve tarih felsefesi yaparak bizi aydınlatacak güçlü fikir
adamlarından yoksun bu ülke.
Önce şunu zihninize kazıyacaksınız: Yüzyıllık süreçte, tarihi,
İslâm'ın alacağı şekil belirleyecek. Küresel seküler-kapitalist
sistem, iki asırda bütün dinleri fosilleştirdi ve dize getirdi;
sadece İslâm'ı fosilleştiremedi ve dize getiremedi.
KÜRESEL SİSTEM, NEDEN EHL-İ SÜNNET OMURGA'YI ÇÖKERTİYOR VE ŞİA'NIN
ÖNÜNÜ AÇIYOR?
1989 yılında bizzat dönemin NATO Genel Sekreteri Willy Cleas'ın
ağzından açıkça “küresel sistemin önündeki en büyük tehdit
İslâm'dır” denildi ve İslâm, hedef tahtasına yerleştirildi.
Hayatî soru şu burada: Hangi İslâm?
Şiî İslâm değil elbette. Aksine, Şia'nın ve dolayısıyla İran'ın önü
son çeyrek asırdan itibaren inanılmaz bir şekilde açılıyor. İran,
kültürel / bilkuvve olarak Türk cumhuriyetlerine, siyasî / bilfiil
olarak da bütün bir Arabistan Yarımadası'na, özellikle de
Türkiye'nin güneyine yerleştiriliyor!
Niçin peki?
Ehl-i Sünnet Omurga'nın yegâne temsilcisi iki ülkenin, Mısır ile
Türkiye'nin düşürülmesi için...