https://w.soundcloud.com/player/?url=https%3A//api.soundcloud.com/trac
Bu yıl, MTO (Medeniyet Tasavvuru Okulu) olarak Erzincan’da düzenlediğimiz Öğretmenler ve Eğitimin Sorunları başlıklı son derece verimli geçen akademik kış kampımızda sunulan makaleleri paylaşmayı sürdürüyorum bu yazıda. Nasıl bir eğitim modeli sorusunun izinin sürüldüğü kampımızda sunulan makaleleri, yapılan eleştiri ve önerileri MTO Bursa temsilcimiz Nuri Gür Bey’in olgunlaşan kalemiyle sunuyorum sizlere…
EĞİTİMİN AMACI, ÖĞRETMENLERİN ROLÜ VE MTO MODELİ
Peki, nasıl bir eğitim sistemi inşa etmeliydik?
Kampımıza Erzurum’dan katılan Burcu Öztuna Hanımefendi’nin sunumunda vurguladığı gibi, eğitimin amacı insanları eğitmek değil, onları hakikate, özgürlüğe ve kendini keşfetmeye yönlendirmek olmalıydı. Fakat günümüz eğitim sisteminde öğrenciler, kalıplaşmış bilgilerle boğuluyor, sorgulama yetisini kaybediyor, sadece “verilen bilgiyle yetinen” bireylere dönüşüyordu. Oysa eğitimin hakiki amacı, insanın kendini ve dünyayı keşfetmesi değil miydi?
Öğretmenlerin rolü burada kritik bir noktaya geliyor. Bir öğretmen sadece bilgi taşıyan bir araç değil, öğrencilerin gönlüne dokunan, onlara değer katan, kimlik kazandıran bir rehber olmalı. Bugün öğretmenler, öğrencilerine aktardıkları bilgiden sorumlu tutuluyor; ancak bu bilginin, öğrencinin ruhuna nasıl dokunduğu hiçbir zaman sorgulanmıyor. Oysa hakîkî eğitim, bireyin ruhuna hitap etmeyen bir süreç olamaz.
Medeniyet Tasavvuru Okulu modelinin, eğitimi yeniden inşa etmede nasıl bir rol oynayabileceğini konuşmak gerekir. Çünkü eğitimde gerçek dönüşüm, müfredat değişiklikleriyle değil, insanın özünü merkeze alan bir yaklaşımla mümkündür.
Peki, hakikate ulaşan, kimliğini bilen, dünyaya anlam kazandıran bireyler yetiştirebilir miydik?
Eğitim bir insan inşa etme süreciyse, hangi malzemelerle inşa ettiğimiz ve nasıl bir mimarî kurduğumuz en az sürecin kendisi kadar önemli. Bugün, niceliğe odaklanan eğitim sistemleri, öğrenci sayılarını, sınav başarı oranlarını, mezun istihdamını ölçerek eğitimin verimli olup olmadığını tartışıyor. Fakat eğitimin niteliğini belirleyen şey, mezun sayısı değil, mezun olan bireyin kim olduğu ve nasıl bir karakter taşıdığı gerçeğidir.
Tam da bu noktada, MTO Almanya’dan kampa katılan Ayşe Akdağ Hanımefendi’nin sunumu öğretmenliğin bir meslekten öte, bir dava ve bir ibadet şuuru olduğunu vurguluyordu. Öğretmen sadece ders anlatan bir kişi değildir; o, öğrencisinin gönlüne dokunan, ruhunu besleyen ve ona kim olduğunu öğreten bir yol göstericidir. Eğer öğretmenlik yalnızca müfredat aktarmak olsaydı, bir öğretmenin varlığı ile bir kitaptan yapılan okumalar arasında hiçbir fark kalmazdı. Oysa bir öğretmen, öğrencisinin gözündeki ışığı fark eden, onun içinde saklı olan potansiyeli keşfeden ve bu potansiyeli açığa çıkaran kişidir.
Bugün öğretmenlik mesleği, giderek akademik bir robotlaşmaya sürükleniyor. Öğrencilerle kurulması gereken ruhsal bağ zayıflıyor ve eğitim, sadece sayısal verilere hapsediliyor. Bu durum, eğitimin en büyük trajedilerinden biri değil midir? Eğitim, sadece bilginin aktarıldığı değil, öğrencinin kimlik kazandığı bir süreç olmalıdır.
İNSANA ÖZÜNÜ HATIRLATAN, KARAKTER İNŞA EDEN BİR EĞİTİM SİSTEMİ
Burada önemli bir nokta daha var: Eğitimin yalnızca okulda değil, hayatın içinde gerçekleşmesi gerektiği gerçeği. Aristoteles’in yürüyerek öğretme yöntemine dönersek, bilgiyi sabit bir mekânda almak yerine, onu yaşayarak, deneyimleyerek öğrenmek çok daha etkili. Peki, biz eğitim sistemimizde bu fırsatı ne kadar sunuyoruz?
Bugün öğrencilere sadece sınav başarısı odaklı bir eğitim sunarak, onların hayata dair gerçek deneyimlerden uzak kalmalarına neden oluyoruz. Oysa eğitim, sınıf duvarlarının ötesine taşınmalı, bireyin hayatla doğrudan bağ kurmasını sağlamalıdır. Eğitimin yalnızca okulla sınırlı olmadığı, bir yaşam biçimi olduğu anlayışıyla hareket etmeliyiz.
Mehmet Adıgüzel Kertmen Bey’in sunumunda vurguladığı gibi, modern eğitim bireyi ekonomik üretim aracına dönüştürerek onu kimliksizleştiriyor. Eğer biz eğitimi yalnızca bir meslek edinme aracı olarak görmeye devam edersek, o zaman insanı, ruhunu ve kimliğini kaybetmiş makineler haline getirmiş oluruz.
Peki, çözüm ne?
EĞİTİMİN ÜÇ TEMEL HEDEFİ
Feyza Öksüz Hanımefendi’nin sunduğu gibi, eğitim insanın sadece aklını değil, ruhunu ve kalbini de eğitmeli. Eğitimi bu eksende yeniden inşa etmek için şu üç temel adımı göz önünde bulundurmalıyız:
1. Öğrenciyi fert olarak görmek ve onun ruhunu beslemek: Eğitim, bir insan inşa etme sürecidir ve bu sürecin temelinde, ferdin kendini değerli hissetmesi yatar.
2. Bilgiyi hayatla buluşturmak: Eğitimin gerçek anlamı, yalnızca ders kitaplarında değil, ferdin hayatın içindeki deneyimleriyle şekillenmektedir.
3. Kimlik inşasına odaklanmak: Eğitim, bireyin yalnızca bilgiyle donatılması değil, aynı zamanda kendi kimliğini inşa edebilmesi sürecidir.
Bu üç temel adımı benimsemeyen bir eğitim sisteminin, toplumu ve Ferdi inşa etmekten uzak kalacağı açık.
Peki, biz ne yapacaktık?
BİLGİYİ RUHLA VE ANLAMLA BİRLEŞTİREN BİR EĞİTİM ANLAYIŞI
Eğitim, sadece öğretmek değil, insanı inşa etmektir. Ancak bugünün eğitim anlayışı, bireyi yalnızca bir bilgi deposuna çevirmekle yetiniyor. İnsan, yalnızca öğrendiğiyle değil, öğrendiğini nasıl yorumladığı ve nasıl yaşadığıyla anlam kazanır. Bugün eksikliğini en çok hissettiğimiz şey, bilgiyi ruhla ve anlamla birleştiren bir eğitim anlayışıdır.
Gün boyu yapılan sunumlar, aktarılan bilgiler gösterdi ki, eğitimde köklü bir dönüşüm kaçınılmazdır. Medeniyet Tasavvuru Okulu modeli, eğitimin yeniden inşa edilmesi için önemli bir adımdır. Eğitimi mekanik bir süreç olmaktan çıkarıp, insan merkezli hale getirecek bir anlayış benimsenmelidir.
EĞİTİMDE DİSİPLİN VE KENDİNİ ARAYIŞ YOLCULUĞU
Erzincan Valimiz Hamza Aydoğdu Bey’in dediği gibi, eğitimde disiplin olmazsa başarı mümkün değildir. Ancak bu disiplin, sadece kurallara uymak değil, insanın kendi iç dünyasında bir anlam inşa edebilmesiyle ilgilidir. Öğretmen, yalnızca müfredatı anlatan bir kişi değil, öğrencisinin hayatına dokunan bir rehber olmalıdır.
Mehmet Varıcı Bey’in vurguladığı gibi, modern eğitim sistemleri bireyin muhakeme gücünü zayıflatırken, Vuqar Azizov Bey’in belirttiği gibi, kapitalist düzenin dayattığı eğitim modeli bireyi yalnızca ekonomik bir araç haline getirmektedir. Oysa eğitim, insanın kendini ve hakikati aradığı bir yolculuk olmalıdır.
Yusuf Kaplan Hocamızın sabah sohbetinde de dile getirdiği “taşıyıcı kuşak” vurgusu, bizlere büyük bir sorumluluk yüklemektedir. Eğer bugün eğitim sistemimizi hakîkî bir dönüşüme uğratmazsak, gelecek nesillerimiz sadece edilgen bireyler olarak yetişecekler. Oysa biz, önden giden, ön alan, öncü kuşaklar yetiştirmeliyiz
Ceddimiz, en değerlilerimizden Yavuz Sultan Selim Han’ın hem celal, hem cemal, hem de kemal sıfatlarına sahip olduğu gerçeğini unutmadan, biz de eğitimi sadece akademik başarıyla sınırlamayan, bireyin ruhunu da besleyen bir anlayışla yeniden inşa etmeliyiz.
Eğitim bir kazanım değil, insan olma yolculuğudur. Eğitim, sadece sınavlarla değil, insana kimlik ve anlam kazandıran bir süreç olarak ele alınmalıdır. Eğer biz bu süreci doğru bir şekilde yönlendirebilirsek, hem kendimizi hem de içinde yaşadığımız toplumu hakikate ulaştırabiliriz.
Şimdi bize düşen soru şudur: Gerçek anlamda bir eğitim dönüşümü için ne yapacağız?