Taban'dan, en temel'den, kök'ten başlamayan bir yolculuk
köksalmaz, meyve vermez.
Taban'dan başlamayan, kök'ten fışkırmayan bir yolculuk uzun
sürmez.
Taban'dan başlamayan, esinini ve besini gök'ten almayan bir
yolculuk talan'la, tahribat'la ve yıkımla sonuçlanır.
Burada “taban” sözcüğünü hem felsefî hem de sosyolojik anlamda
kullanıyorum.
Bu yazıda, yalnızca “taban”ın felsefî anlamının anlamına dâir kısa
ama zihin açıcı bir yolculuğa çıkarmak niyetindeyim sizleri.
KÖK, GÖK-EKİNİ BİR “MEYVE”DİR
Felsefî anlamda taban, kök'le, dolayısıyla “gök”le ve “ruh kökü”yle
irtibatlı bir kavram.
Şöyle ki: Kök, gök-ekini bir meyvedir: Rüzgâr eser, gök'le yer
arasında aşı yapar, yağmur yağar, tohum toprakta köksalar, dalbudak
olur ve meyveye durur...
Bütün bunlar yalnızca fizik hâdisesi değildir; Rahmân'ın Rahmet
eser'idir.
Böyle böyle toprakta kök salan ağaç, insanla tabiat arasında
sarsılmaz bir bağ kurar. Rüzgâr (rîh) estikçe, gökten gelen
“yağmur”, gökle kök arasında kurduğu bu irtibatla, insana, ötelerin
ötesine ulaştıran, kanatlandıran bir ruh sunar.
İnsan, bu dünyada yalnız olmadığını anlar. Dahası, bu dünyanın
dışında ve ötesinde bambaşka dünyalar, hakikatler ve hayatlar
olduğu gerçeğinin farkına varır.
Geçen zaman, akıp giden hayat, bu dünyanın gelip geçici olduğunu,
insanın burada göçebe olarak konakladığını, ân be ân sonsuz bir
hayata doğru yol aldığını hatırlatır insana gök'le kök arasındaki
bu muhteşem kozmik münasebetle, alış-verişle, gidiş-gelişle ve
akış-bakışla...
ÇAĞDAŞ İNSAN, AĞDAŞ İNSANA NASIL DÖNÜŞTÜ?
Kök'le gök arasındaki bu harikulâde irtibat, insanın dışında
gerçekleşir.