10 Temmuz, Cumhuriyet döneminin en parlak düşünürlerinden Nurettin Topçu’nun vefat yıldönümü.
Cumhuriyet döneminde, eşiğine sürüklendiğimiz ontolojik yok oluş sürecinde, ülkeye, ülkenin çölleşen düşünce, kültür, sanat hayatına metamorfoz yemiş, celladına âşık garpzede tasmalı çekirgelerin bir heyulâ gibi “çöreklendiği”, ruh köklerimizin kurumaya ramak kaldığı o ürpertici kış mevsiminde bu toplum, önümüzü açacak, semamızı aydınlatan yıldızlarını çıkarmayı başardı.
Necip Fazıl’dan Sezai Karakoç’a, Nurettin Topçu’dan İsmet Özel’e, Cemil Meriç’ten Nuri Pakdil ve Rasim Özdenören’e, Cumhuriyet tarihinin, geçmişten geleceğe derin nefes alarak gelen en büyük düşünür ve sanatçıları ontolojik yok oluş felâketiyle dalgakıranlar gibi savaştı...
Ama semamızda her biri kendine özgü ufuklar açan, adetâ Hz. Mevlânâ’nın pergel metaforunu işleterek İslâm düşüncesinde köklenen ve çağdaş düşünceden de beslenmesini bilen bu öncü düşünür ve sanatçılarımız, hak ettikleri yere ulaşamadı bu ülkede -hâlâ!
Gelecek kuşakların bu öncü isimlerimizi daha iyi keşfedeceklerinden kuşku duymuyorum.
Bu yazıda, vefat yıldönümü vesilesiyle, Nurettin Topçu’nun düşüncesinin tablosunu çıkaracağım.