Türkiye, iki asır önce, bir modernleşme tecrübesi yaşamaya sürüklendi: Osmanlı’daki modernleşme tecrübesi, Cumhuriyet’le birlikte “muasır medeniyetler seviyesi”ne çıkma hedefi ile belirlenen sığ bir Batılılaşma, kaskatı bir laikleşme dayatmasına dönüştü. Aslında ortada gerçek bir Batılılaşma tecrübesi olmadı hiçbir zaman. Yaşadığımız şey simülatif (sağ, sahte ve yüzeysel) bir Batılılaşma biçimiydi.
Bu projenin asıl hedefi, bizi İslâm’dan uzaklaştırmaktı. Türkiye, Batılılaşınca İslâmî yönünü ve yörüngesini yitirip yeni bir yöne ve yörüngeye kavuşmuş olmadı. Raydan çıkmış oldu. Benimsenin bir yönün ve yörüngenin gerçekten bir toplumun yönüne ve yörüngesine dönüşmesinin en temel, olmazsa olmaz tabiî şartı, ruhunun olması, ruh sunabilecek kadar asil bir fikir, oluş ve varoluş çilesi, mücadelesi üzerine bina ediliyor olmasıdır.
Türkiye’de böyle olmadı: Savaş verildi ama savaştan sonra bizim dünyamız yıkıldı, başka bir dünya da kurulamadı, laik rejimin teorisyen öncülerinden kadro hareketi’nin babası Şevket Süreyya Aydemir’in yerinde tarifiyle!
İSTİKLAL SAVAŞI’NI NİÇİN VERDİK BİZ?
Kime karşı İstiklal savaşı verdik biz? İlk...