Akif Emre, ölümüyle bize ders verdi, gitti bu
dünyadan...
Hiçbir zaman makama, mevkiye, paraya, pula tenezzül
etmedi.
Dünyayı, dünyanın ayartıcı nimetlerini elinin tersiyle itmekte bir ân bile tereddüt etmedi.
Çürüme ve bozulma zamanlarında, iyi bir Müslüman olarak yaşama mücadelesinin nasıl verilebileceğini, esen rüzgârların, fırtınaların önünde savrulmadan nasıl dimdik durulabileceğini ve umut olunabileceğini bizzat kendi hayatında gösterdi.
Siyasanın ve piyasanın peşinden koşturmadı, yalnızca hakikatin izini sürdü. Geçici olanın ayartısına kaptırmadı kendisini; o yüzden istikametini yitirmedi; zorlu, yorucu ama ülkemizin, medeniyet coğrafyamızın ve insanlığın ekmek kadar su kadar ihtiyacını hissettiği hakikatin yeniden hayatımız olması için nefes alıp.. verdi.
Allah (cc) rahmetiyle muamele etsin. Efendimizin (sav) Livaü'l-Hamd sancağı altında toplanmayı ihsan etsin.
AHLÂK ANITI, DAVA ADAMI VE FİKİR ADAMI
Üç Akif Emre vardı: Hem ahlâk anıtı hem dava adamı hem de fikir adamıydı Akif Emre.
Bu üç özelliği, kişiliğini, fikir ve zihin dünyasını şekillendiren kaynakların sağlamlığından kaynaklanıyordu.
Akif Emre, Mehmed Zahid Kotku Hazretleri'nin dergâhından yetişmişti. İskendepaşa'nın son kuşağındandı. Derviş biriydi Akif. Dervişliği, oradan geliyordu.
Öte yandan fikrî olarak üstad Necip Fazıl'ın Büyük Doğu ocağından beslenmişti: Özellikle de Kayseri'de bu ülkenin değeri bilinmeyen en parlak düşünürlerinden, üstadın dizinin dibinde yetişen Ali Biraderoğlu ve çevresindeki halka, Akif Emre'ye, hem dava şuuru kazandırmış hem de fikir hayatının hayatiyetini hatırlatmıştı.
Akıncılar ve MTTB'de aktif görev alması, bu dava şuurunu pekiştirmişti.
Akif Emre'nin fikir hayatının derinleşmesi, fokur fokur kaynayan bir ruha dönüşmesi üstad Sezai Karakoç'la ve Diriliş fikriyatıyla tanışmasıyla gerçek olmuştu.