Bu dünyadan bir Ayşe Şasa geçti...
4 yıl önce, bize, bu ülkenin “sahipsiz” çocuklarına, üzerinde umarsızca “debelendiğimiz” yitik hazinenin, diriltici fikir, sanat ve hayat hazinesinin kodlarını bitimsiz bir aşkla ve yılmaz bir çileyle şifreledi gitti...
Bize düşen, onun şifrelediği hazinenin kodlarını deşifre etmek, fikir, sanat ve hayat dünyamıza yenileyerek takdim etmek...
AYŞE ŞASA’NIN HİKÂYESİ VE TÜRKİYE’NİN TRAVMATİK HİKÂYESİ...
Ayşe Şaşa’nın hayat hikâyesi, Türkiye’nin fırtınalı, dalgalı ve çalkantılı sürükleniş, yok oluş ve yeniden toparlanış hikâyesinin bir özeti, bir yansıması gibiydi adetâ: Türkiye’nin, iki asır önce Batı’dan esen sert rüzgârların önünde sürükleniş; sonra, yüzyıl önce, kendi medeniyet iddialarını ve dünyasını inkâr ediş, dolayısıyla ontolojik bir yok oluş felâketine doğru hızla yuvarlanış; son olarak da yitik hazineyi keşfediş, toparlanış hikâyesi...
Bir insantekinin çalkantılı, sinematoğrafik hayat hikâyesiyle, bir ülkenin travmatik ölüm-kalım hikâyesi ancak bu kadar örtüşebilirdi!