Rusya’nın Ukrayna’yı işgali öncesinde ve sırasında konuşulan en önemli konu, bu savaş, Amerika’yı ve Çin’i de içine alarak dünyayı Üçüncü Dünya Savaşı’nın eşiğine sürükler mi, sorusu etrafında çokça tartışılan sorundu.
Üçüncü Dünya Savaşı patlak verebilir mi, sorusu yanlış soru.
Yanlış; çünkü dünya, Üçüncü Dünya Savaşı’nı yaşıyor, özelikle de İslâm dünyası, Soğuk Savaş’ın sona erdirilmesinden bu yana.
ÖNCE TARİHİN SONU, YANİ LİBERALİZM’İN ZAFERİ İLAN EDİLDİ!
Japon kökenli deri değiştirmiş Amerikalı stratejisyen Francis Fukuyama, Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla sonuçlanan Soğuk Savaş bitince “tarihin sonu”nu ilan etmişti.
Tarihin sonu, liberalizmin zaferi’ydi: Batı, liberal kapitalizm’le insanlığın ulaşabileceği nihâî noktaya ulaşmış, bütün diğer dünya görüşlerini tarih dışına itmişti. Fukuyama böyle buyurmuştu ilkin. Ama daha sonra yüz seksen derece dönüş yapmakta sakınca görmeyecekti Fukuyama!
Zorlama bir okumaydı bu. Zorlama olduğunu kendisi de daha sonra yazdığı metinlerle ilan edecekti.
Batı uygarlığının modernite ile ulaştığı aşamayı Batı uygarlığının bütün diğer uygarlıkları aşması anlamında tarihin sonu olarak ilan eden ilk kişi Fukuyama değildi elbette, büyük düşünür Hegel’di.
Hegel, modernitenin tanrısı aklı kutsamıştı. Devleti de kutsamıştı Hegel. Fransız Devrimi’ne methiyeler dizmişti. Modern liberal devlet fikrinin en parlak olmasa bile en parıltılı örneği Fransız Devrimi ile kurulan devletti.
Kanlı bir devrimdi Fransız Devrimi.
Kanlı olması Hegel’in umurunda değildi. Hegel’i ilgilendiren liberal bir devlet olmasıydı. Hegel, Alman birliğini sağlama ve güçlü Alman devlet hayalini hayata geçirme kaygısıyla yanıp tutuştuğu için Fransız Devrimi’nin ulus devlet’ini önemsemişti.
Almanya’da 350’den fazla prenslik vardı. Alman devleti yoktu.
Bütün büyük modern Alman düşünürler birleşik ve kudretli bir Alman devleti icat ve inşa etme hayalini besleyip büyütmüşlerdi.
Sonunda Alman birliği ve devleti, Bismarck’la birlikte güçlü bir ulus devlet olarak gerçeğe dönüştü. Bu süreçte, Kant’tan Hegel ve Fichte’ye kadar bütün belli başlı düşünürlerin katkıları büyük olmuştu.
Siyasî olarak Fransızlar, felsefî ve sanatsal olarak da Almanlar modernliği inşa etmişlerdi.