Londra’da, Amsterdam’da, New York’ta, Almanya’nın, Fransa’nın çeşitli kentlerinde terk edilen, metruk kaldığı için sinemaya tahvil edilen, sanat galerisine dönüştürülen kiliseleri görünce derin düşüncelere dalardım. Dinin ne hâle geldiğinin, nasıl hayattan çekildiğinin en önemli göstergeleriydi. Almanya’nın Weimar kentinde, Weimar Rönesansı’nın ve aynı zamanda Alman Ruhu’nun Goethe, Schilller ile birlikte üç büyük kurucusundan ve aynı zamanda papaz ve teolog olan Herder’in kilisesine ilk gittiğimde terkedilen kilisenin nasıl hayaleti andırdığını görmüş ve ürkmüştüm. Herder’in kilisesine âyin vaktinde girmiştik; âyine sadece ölmek üzere olan, ölümlerini bekleyen, etraflarına şaşkın ve ürkek gözlerle bakan yaşlılar katılmıştı. Kilise’de cemaatten çok turist vardı. Bu turistlerin çoğu -muhtemelen- Herder’i bilmiyordu ama tarihî yani “müzelik” yapısından ötürü ziyaret edilmeyi ve görülmeyi hak ediyordu kilise.
POPÜLER KÜLTÜRÜN YIKICI SALDIRISI VE MABEDLERİN ÇEKİLİŞİ
Batı’da dolaştığım ve hepsi de sadece “müzelik” işlev gören kiliseleri can çekişen ama artık zararsız hâle getirilmiş canavarlara benzetirim hep. Bir zamanlar dünyaya hükmeden...