Akif’i Rahmet’e yolcu ettik evvelsi gün. Bütün dostlar oradaydı. Hepimiz yaralıydık. Birbirimizin yarasını görüyorduk.
O günün havası hala üzerimde. Dağılsın istemiyorum.
Yaklaşık üç ay önce, yani Akif sağken, bu köşede yazdığım yazıyı tekrar yayımlamak istedim.
Rahmet’e, Mağfiret’e vesile olsun.
“Geçen gün, Akif Emre’nin yazısını okuyorum. Akif, benim kırk yıllık arkadaşım.
Kırk yıl, burada, ‘kesretten kinaye’ değil. Gerçek. Akif’le 70’lerin sonunda tanıştık. Kırktan aşağı, insem insem 39’a, bilemediniz 38’e inerim.
Akif, istikamet sahibidir. Fikirleri, benim için her zaman kıymetlidir. Endişeleri, benim de endişemdir.
Akif’in yazısını okurken, birdenbire, ‘güncel’in içinden çıktığımı hissettim.
Hangi yazısı? Onu da söyleyeyim. 18 Şubat’ta Yeni Şafak’ta yazdığı ‘Sahici cümleler kurabilmek’ başlıklı yazısı.
“Modern dünyada Müslümanlar nasıl bir hayat yaşamak istiyor?”
Bu soruyla başlıyor yazı.
Birden, bu soruyla ‘Müslümanlar’ın arasındaki mesafenin ne kadar açıldığını düşündüm.
Hadi ‘modern dünya’ kısmını bir tarafa bırakalım. Sorunun geri kalanıyla iktifa edelim. ‘Müslümanlar nasıl bir hayat yaşamak istiyor?’
Yani biz, nasıl bir hayat yaşamak istiyoruz?
Bu sorunun cevabına dair şeylere, biz eskiden ‘dava’ diyorduk.
Tam burada, İsmet Özel’den işittiğim, “Davayı kaybettik” cümlesi geldi geçti kafamın içinden.
‘Yenildik, mağlup olduk’ demek istemiyordu İsmet Özel. ‘Dava diye bir şey vardı, onun ne olduğunu kaybettik’ anlamına söylüyordu.
Ne kadar kaybettik?
Adamın ‘hafıza’ sorunu varmış. Hekime gitmiş.
Nedir şikayetiniz?
Efendim, bana bir unutkanlık arız oldu. Her şeyi unutuyorum.
“Ne zamandan beri” diye sormuş hekim.
Adam, şaşkın şaşkın, gafil gafil bakmış.
“Ne ne zamandan beri?”