Tasavvuf, İslam’ın anlamak gibi bir maksadı olan insanların ihmal edemeyeceği bir alan.
Evet istismar ediliyor, nüfuz için, menfaat için, siyaset için kullanılıyor.
Bunu sufiler de yapıyor, siyaset ve ticaret erbabı da.
Geçmişte kullanılmış, bugün kullanılıyor, gelecekte de kullanılacak.
Herkes mi kullanıyor?
Zannetmiyorum.
Biz görmüyorsak da o yolda içtenlikle, tevazuyla, aşkla yürüyen salikler olabilir.
Sahtesi var diye gerçeğini göz ardı etmek haksızlık.
Böyle düşünüyorum ve bu yüzden okumakla geçirdiğim vakitlerin bir kısmını tasavvufi kitaplara tahsis ediyorum.
Sufilere izafe edilen olağanüstü durumlarla çok ilgili değilim.
Çünkü her şey olağanüstü.
Diyelim bir dervişin suyun üstünde yürüdüğünü söylüyorlar. Yürümüş müdür?
Ne bileyim ben?
Güneşin her gün doğması dervişin suyun üzerinde yürümesinden çok daha büyük bir hadise. Niye suyun üzerinde yürüyüp yürümemesine takılıp kalayım?
Ayrıca derviş herhangi bir şeyi ispatlamak için suyun üstünde yürüme ihtiyacı duyuyorsa bu da tuhaf.
Ya da Allahu Te’ala’nın hatiften gelen bir nida veya gösterdiği bir rüya ile kuluna seslenmesi.
Olur mu olmaz mı?
Allah bilir.
Mümkünse bile çok istisnai haller. İnsanlara herhangi bir mükellefiyet yüklemez. Belki ehli için bir netice hasıl eder.
Ama, kanaat, tevazu, adalet, hakkaniyet, ihlas, mahviyet, fena, aşk, reca gibi halleri, bu hallerle ilgili ayrıntıları, sufilerin bu hallerle ilgili tecrübelerini önemsiyorum.
Keza dervişin helal parayla yapılmamıştır endişesiyle siltanın çeşmesinden su içmemesini veya duvarına yaslandığı Mecusi komşusundan helallik dilemesini…
Varlıkla ve yoklukla ilgili tefekkürlerini, zikirlerini…