İlk farkına vardığım şair Fuzuli değildir. Fakat bu zamana kadar okuduğum, bildiğim şairler arasında Türk şiirinin (veya Türkçe şiirin) zirvesinde, en üstünde gördüğüm şair Fuzuli’dir.
Bunu yazarken, öteki şairleri aşağılarda görmüyorum.
Ne Baki’yi, ne Nedim’i... Ne Şeyh Galib’i ne Nef’i’yi ne Nabi’yi...
Ne de 20. Yüzyılın büyük şairlerini.
Fuzuli’nin lisanı da sesi de... Bazı şairler hoşlanmayabilir, şiirin içinde ‘inorganik’ bir ecza olarak görebilir ama zekası da, bana onu öteki büyük şairlerden biraz daha yakın hissettiriyor.
Bu dediğim ‘sübjektif’ bulunabilir. Bulunursa bulunsun. Zaten burada başkalarının hislerini değil kendi hislerimi yazıyorum.
***
Fuzuli’nin sesi Davudi bir ses değil. Mekanik bir ses değil. Çın çın çınlayan bir ses değil. Bir tenor hiç değil.
Bunlar olsaydı işitince irkilirdiniz. Yerinizden sıçrardınız. Birden ayağa kalkardınız.
Fuzuli’nin sesi, yanık ve yıkık.
İşitince, Fuzuli’nin şiirindeki alevin gövdenizi yaktığını hissedersiniz.
İşitince, Fuzuli’nin şiiri gibi yıkılırsınız.
Şiir aşksız olmaz.
Aşk eksildikçe şiirin ateşi de eksilir.
Ve aşk bahsinde hançeri en derine daldıran Fuzuli’dir.
Aşk imiş her ne var alemde