Evvela bir hikaye okudum. Ah! Muhteşem! Kısaltarak yazayım. Büyük şair Nabi Hac yolculuğunda, Medine-i Münevvere’ye yaklaşırken, kervandaki ‘devletlü’lerden birinin, rivayete göre bir paşanın, devesinin üstünde ayaklarını Medine’ye doğru uzatmış, uyuduğunu görmüş. Rahatsız olmuş. Paşanın işiteceği şekilde “Sakın terk-i edepten kuy-ı mahbub-i Hudadır bu Nazargah-ı ilahidir, makam-ı Mustafa’dır bu” diye başlayıp “Muraat-ı edep şartıyla gir Nabi bu dergaha Metaf,i kudsiyadır, busegah-ı enbiyadır bu” Beyitiyle biten güzeller güzeli gazelini okumuş. Paşa uyanmış, toparlanmış. “Ne zaman yazdın bunu?” diye sormuş. “Şimdi söyledim” demiş Nabi. “Öyleyse sus, kimseye söyleme” demiş paşa. (Tabii, Paşa’nın “Ne zaman yazdın” sorusu, “Kimseye söyleme” tembihi hikayenin kurmaca olduğunun delili sayılır.