90’lardaydı galiba. 60’lılar diye bir grup oluşturulmuştu. Yabancı değiller, hepsi arkadaşlarımız.
Doğum tarihim uymuyordu ama toplantılarına davet ediliyordum. Fırsat bulursam katılıyordum.
Bir gün Akif (Emre) aradı. Ben muhtemelen Hasan Aycın’ın ofisinde Kayıtlar Dergisi’yle uğraşıyorum.
Akif ve bir iki arkadaş daha, bir sebebe binaen 60’lılar grubundan çekilme ihtiyacı hissetmişler. Bir iki cümlelik bir açıklama da yazmışlar.
Akif telefonda bana metni okuyacak.
Dedim ki, “Okumana gerek yok. Sen imzaladıysan benim de imzamı koy oraya.”
Ben bugün bile 60’lılardan niye ayrıldığımızı bilmiyorum. Merak da etmiyorum.
Akif hakkındaki kanaatim böyledir. Hep böyle olmuştur.
Sabah damadım İbrahim (Bilir) mesajla verdi haberini. Mesajın ilk cümlesi çarptı gözüme, kalp krizi geçirmiş. Acaba hangi hastanede? Hemen gitmem lazım.
Açtım mesajı.
Eyvaaah!
Akif gitmiş!
Ara sıra, bilhassa iş ilişkilerinde, kendisine uymayacak bir durumla karşılaşma ihtimali belirdiğinde (iş sahibine değil, dertleştiği dostlarına) “Çeker giderim” dediğini hatırlarım Akif’in.
Zaman zaman, öyle, “çekip gitmiş”liği vardır.
Sanki, ahvalimize baktı da “çekip gitti” Akif.
Hatıralar sökün etti. Taa ne zaman. 40 yıl olmuş mudur?
Fatih’te bir evde oturuyordu. O evde bir akşam misafir olmuştum.
Sonraları temasımız daha çok oldu. İstanbul’a geldiğimde Mavera’nın Cağaloğlu’ndaki ofisine uğruyordum Akif’i görmeğe.