Brettenli Michael Heberer de 3. Murat döneminde Osmanlı ülkesine gitmiş.
Friedrich Seidel gibi, esir olarak.
“İyi ve kötü ecdat”ın izlerini Heberer’in anılarında da sürebiliriz. (Osmanlıda Bir Köle, Kitap Yayınevi.)
Kitabın başlangıç bölümlerinde (8. Bölüm) şu cümleye rastlamak hoşuma gitti:
“Paris, benim kanımca dış mahalleleriyle birlikte Avrupa’nın en büyük ve en güzel şehri, ama Konstantinopolis’ten sonra gelmek üzere.”
Heberer bunu itiraf etmekle birlikte kendisinin Paris’i İstanbul’a tercih ettiğini söylüyor. Neden? Resmi yapıları, sarayları, konutları, köprüleri, ünlü akademileri, yüksek mahkemenin ve parlamentonun bulunduğu Sen Nehrinin ortasındaki Palatium’u sebebiyle.