Ben, Londra’da araba kullanmayı hiç denemedim. Denesem, ‘kaza yapmaya tam teşebbüs’ olurdu.
Oralarda, dolmuşa bindiğim zaman başım ağrıyor.
Adam, sola dönecek, kapalı dönüyor. Bir kaç saniyelik bir gerilim, sonra, ‘Ah, Burada trafik soldan!’
Ulan! Çarpacak!
Çarpmaz. Bir şey olmaz. Sen, kafanın ağrıdığıyla kalırsın.
İngiltere ters biraz. Terazileri, mezroları değişik.
Bizim, hani, ‘alaturka’ ölçülerimiz vardı, okka, batman, endaze, arşın...
Biz, yenildik Avrupa’ya, zayıf düştük, ölçülerimizi bıraktık.
Allah etmeye, az kalsın dini imanı da bırakıyorduk!
İngilizler, galiptiler, bırakmadılar.
Bir elbisenin, bir çantanın, bir kalemin, bir arabanın sadece kendinde olmasından, başka kimsede bulunmamasından hoşlanır ya insanlar...
Bu hoşlanmaya akraba bir ‘kasılma’ var İngilizler’de.
Bu arada, ben İngiliz anahtarına niye İngiliz anahtarı dendiğini hala bilmiyorum.
İngiltere’ye gittiğim zaman, hediye olarak bir kaç İngiliz anahtarı almayı düşündüm. Maksat geyik olsun. Fakat, Park Lane’ın arka sokaklarında bir nalburda fiyatını sordum, 22 Pound.