Friedrich Seidel’in esaret hatıralarını okurken (Sultanın Zindanında, Kitap Yayınevi) esirleri kırbaçlayan, döven, aç bırakan, her fırsatta zulmeden, elindeki üç beş kuruşu gasp eden, rüşvet alan hiçbir kimse hakkında hayırhah bir düşünceye kapılmadım.
Ama mesela taş kadırgasında forsalık yaptığı sırada hemen yanına zincirlendiği Afrikalı Müslüman zenciyi hem kendime daha yakın hissettim hem de ona defalarca hayır dua ettim.
Neden?
“Afrikalı bana çok acırdı ve yapması gerekenleri yapmasını bilmeyen acemi bir köle olduğumu göz önünde bulundurarak beni (yine yanında zincirli bulunan) Yunanlıya karşı savunurdu, hatta bazen oturup dinlenmeme olanak sağlayarak küreklere daha büyük bir kuvvetle asılırdı. Bu iyi kalpli kara derili adamın mesleği berberlikti ve arada sırada Türklerin saçını sakalını kesip düzelttiğinde biraz para kazanırsa benimle paylaşırdı.”
Seidel ve beraberindekiler daha sonra Kara Kule’ye, Rumeli Hisarı’na hapsediliyorlar. Nispeten daha insani bir esaret hayatına geçiyorlar.
Diyor ki Seidel: “Gene de Türklerin lehine şunu da söylemeliyim ki bildiğim kadarıyla bizim tahsisatımız her ay bir akçe bile kesilmeksizin düzenli bir biçimde...