TÜRKİYE 96 yıllık Cumhuriyet tarihinin üçte ikisinde 'De facto
başkanlar' tarafından yönetildi.
İlk başkanımız Gazi Mustafa Kemal'di. 28 Ekim 1923'te "Yarın
Cumhuriyet ilan edeceğiz" dediğinde etrafındaki kimsenin bu
gelişmeden haberi yoktu. 15 yıl boyunca Cumhurbaşkanı olarak tek
karar vericiydi. TBMM açıktı, Bakanlar Kurulu ve milletvekilleri
görevinin başındaydı ama son sözü hep o söyledi. Mustafa Kemal'in
vefatının ardından 11 Kasım 1938'de İsmet İnönü, Cumhurbaşkanı
seçildi.
Hemen CHP'nin olağanüstü kongresinde 'Milli Şef' unvanını aldı.
Hem ülkeyi, hem CHP'yi tek başına yönetti. Demokrat Parti
iktidarıyla beraber Çankaya Köşkü'ne Celal Bayar çıktı. Türkiye'nin
3'üncü Cumhurbaşkanı Celal Bayar da partili bir
Cumhurbaşkanıydı.
Tarafsız olmak gibi bir kaygı taşımıyordu. Demokrat Parti armalı
bastonuyla Anadolu'yu geziyor, hükümet işlerine sıkça müdahale
ediyordu. 27 Mayıs 1960 darbesiyle beraber cuntanın lideri Cemal
Gürsel'in tek karar verici olduğu yeni bir 'De facto başkanlık'
dönemi başladı.
Türkiye'nin parlamenter sistemin nispeten hakim olduğu bir
atmosferde yönetilmesi 1960'ların ikinci yarısından sonra mümkün
olabildi. Askerin siyasete yaptığı dayatmayla Çankaya'ya çıkan
Cevdet Sunay ve Fahri Korutürk etliye, sütlüye karışmayan
Cumhurbaşkanlarıydı. 12 Eylül 1980 dönemiyle beraber ülke yeniden
'De facto başkanlık' modeline döndü. Eski asker Bülent Ulusu
başbakanlığında bir hükümet vardı ama ülkeyi darbecilerin lideri
Kenan Evren yönetiyordu. Hükümetin aldığı kararlar MGK ve Evren'in
onayı alındıktan sonra uygulanabiliyordu.
Sözde parlamenter sistemin Türkiye'ye dar geldiğini, sürekli
darbe-kriz ürettiğini gören ve çare arayan ilk isim 8.
Cumhurbaşkanı Turgut Özal oldu. "Siyasi istikrarsızlığı önlemek ve
kalkındırmayı hızlandırmak için başkanlık sistemine geçmek
zorunluluktur" dedi. Cevap dönemin başbakanı Süleyman Demirel'den
geldi: "Bu zata başkanlık verseniz, sultanlık ister. Biz bu sisteme
karşıyız ve onu bir şekilde Çankaya'dan indireceğiz." Demirel değil
ama birileri Özal'ı bir şekilde Çankaya'dan indirdi. Türkiye tıpkı
70'lerdeki gibi zayıf koalisyon hükümetleri tarafından yönetilmeye
başlandı. Cumhurbaşkanlığı makamında Özal'ın başkanlık sistemi
önerisine karşı çıkan Demirel oturuyordu artık. Bir süre sonra o da
Özal ile aynı çizgiye geldi. "4 yılda 6 hükümet onayladım. Bu
istikrarsızlığı ülkemiz çekemez, Türkiye başkanlık sisteminden
kaçamaz" dedi. Ahmet Necdet Sezer'in aklından başkanlık sistemi hiç
geçmedi. Ancak kendisini Çankaya'ya çıkaran DSP-ANAPMHP
koalisyonunda Türkiye tarihinin en ağır ekonomik krizini yaşayarak
dibe vurdu. Ve Recep Tayyip Erdoğan... Halkın seçtiği ilk
Cumhurbaşkanı olarak o da hep 'De facto başkan' gibi davrandı.
Başkanlık modeline geçmek için harekete geçti. Ama sistemden
beslenenler sistemin değişmesine razı değildi. 15 Temmuz ihanetinin
sebeplerinden biri de Erdoğan'ın başkan olmasını engellemekti.
Başaramadılar, fakat bu vazgeçtikleri anlamına gelmiyor.
31 Mart seçimlerinden sonra yeniden düğmeye bastılar.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile ayağındaki prangalardan
kurtulan Türkiye'yi yeniden kontrol altına almak, Ortadoğu ve Doğu
Akdeniz'deki planlarını hayata geçirmek istiyorlar.
Erdoğan önlerindeki tek engel. Ona bu kadar yüklenmeleri, türlü
siyaset mühendislikleri ile sürekli hücum etmeleri hep bundan. Tek
bir dertleri var... Erdoğan'sız Türkiye... Mesele artık bir sistem
sorunu ya da arayışı olmaktan çıktı. Sistem tartışması sadece bir
'cambaza bak' oyunu...