Türkiye seçim sürecine girdi.
AKP’nin Türkiye’yi uzaya açmasından…
Eli kulağında, yüksek oktanlı petrol rezervi keşfedilmesine…
Yerli helikopterden yerli uçağa; nedense hep seçim öncesine
rastgelen sınır ötesi operasyona kadar yazacak çok şey var.
Bunların hepsini, -tüm kahramanlık öyküleriyle birlikte- Türkiye’de
artık medya sektörünün neredeyse yüzde 90’ını oluşturan yandaş
gazetecilerden sayfa sayfa, manşet manşet okuyacaksınız zaten.
O zaman bu haftalık -müsadenizle- dış politikaya biraz ara verip,
biz de Türkiye’deki medyanın durumunu bir gözden geçirelim.
“Türkiye’de medya, dünyanın hiçbir yerinde olmadığı kadar
özgür…”
“Hapiste gazetecilik faaliyetinden
yatan kimse yok…”
Bunları AKP sözcülerinden sürekli
duyuyorsunuz. Bir de farklı açıdan bakın o zaman “özgür
Türk medyasının” durumuna.
Türkiye’de medya, kontrolü hükümetin elinde olan farklı yönlerden
kıskaca alınmış durumda.
MEDYAYA MALİ KISKAÇ: Doğan Grubu medyadan
çıkmadan önce yazılmış milyar dolarlık cezalar bunun ilk örneğiydi.
Bugünlerde, hükümetin politikalarına muhalif duran medyaya
bakanlıkların rutin ya da süpriz denetimlerinin -haklı/haksız
cezalarının) yanına, bir de “ilan denetimi”
eklendi.
Hükümetin politikalarını alkışlamayan, küçücük de olsa eleştiride
bulunan tüm medya organlarına adı konulmamış bir “ilan
ambargosu” uygulanıyor.
Hükümete yakın gazetelere denk geliyorsanız, mutlaka
görüyorsunuzdur; kamu bankalarının ilanlarından, bakanlıkların tam
sayfa “şu ya da bu yetkilinin katılımıyla gerçekleşecek
büyük açılış/temel atma” duyurularından geçilmiyor yandaş
gazeteler.
Bu ilanlar, azıcık muhalefet de yapsa, diğer yayın organlarına ise
verilmiyor.
Bu kadar olsa iyi.
Hükümetle iş yapan büyük firmalar da -artık ne gerekçeyledir
bilinmez- muhalif yayın organlarına -kaç satarlarsa satsınlar- ilan
vermekten kaçınıyorlar.
Hükümetin ortak olduğu dev şirketler -hadi tahmin edin hangi şirket
mesela- muhalif gazeteleri satın almıyor, müşterilerine
dağıtmıyorlar.
AKREDİTASYON KISKACI: Saray ve bakanlıklar
basın organlarına ya da gazetecilere, kendisinin uygun gördüğü,
hiçbir hukuki standarda uymayan bir akreditasyon sistemi uyguluyor;
İstediği basın organı ya da gazeteciye akreditasyon veriyor,
istemediğini yok sayıyor. Tek bir kriter var; “can sıkıcı
soru sorulmaması…”
Son
günlerde, “akreditasyona” uygun görülmüş gazeteciler bile özgürce soru
soramıyorlar bakanlıklarda, kurumlarda. Basın müşavirleri ya
önceden soruları isteyip kontrolden geçiriyor ya da bizzat kendisi,
sorulacak soruyu “akredite” basın mensubuna iletiyor.