Türkiye’nin dört bir yanında son dönemde hemen hemen her gün sıkça görülen kaçak Afgan mülteci akını yaşanan dramı gözler önüne seriyor. Sovyet Rusya ile yaşanan savaşın ardından ülkelerini terk etmek zorunda kalan on binlerce Afgan 40 yıl sonra bu kez DAEŞ tehdidi nedeniyle ülkelerinden yeniden göç ederek Avrupa’ya gitmeye çalışıyor.
Kendisi de 22 yıl önce tıpkı bugün yaşanan göç dramı gibi Taliban tehdidinden kaçarak Afganistan’ın Şyha köyünden annesinin verdiği 3 lira ve 3 kuru ekmekle yollara düşen ve İran üzerinden geldiği Trabzon’da bugün 50’nin üzerindeki kişiye iş imkanı sağlayan Afgan bir işadamı olan Muhammed Gül, Afganlar’ın göç yolunda yaşadığı dramı anlattı.
Afganistan’ın Aybek şehrinin Şyha köyünde doğduğunu belirten 41 yaşındaki Muhammed Gül, “Ben göçü iki kere yaşadım. Birinci yaşadığımda 5 yaşındaydım. Ruslar’la savaşta babam cephedeydi. Büyük amcam bizi 22-23 gün yollarda yürüyerek 30-40 kişilik sülaleyi tek başına Pakistan sınırına getirdi. O zaman Pakistan’a giriş yapmıştık. Küçüktüm boyum kadar bir çanta vardı sırtımda. Onun taşımaya gücüm yetmiyordu. Taşıyamadığım da ise yerde sürüklüyordum. İçinde ise yolda acıktığımızda yiyeceğimiz kuru bir ekmek vardı. 6 yaşından sonra Pakistan ve İran’da bir süre yaşadıktan sonra savaş bitti, mücahitler kazandı, Ruslar çekildi ve biz ülkeye dönmeye karar verdik. Ve ülkeye ilk dönenlerden olduk” dedi.
"Ruslar’dan görmediğimiz zulmü Taliban’dan gördük"
Ülkesinin Sovyet Rusya Savaşı’nın ardından bir süre sonra Taliban tehdidi ile karşı karşıya kaldığını kaydeden Gül “Her şey köyümüze Taliban güçlerinin saldırması ile başladı. Taliban saldırıları nedeniyle büyük sıkıntılar yaşamaya başladık ve 7 yaşındaki kız kardeşimi Taliban güçleri gözlerimin önünde kaçırdı. O anı hala unutamam. 5 çocuklu bir aileydik. Fakirdik, geçim şartları çok zordu. Taliban saldırıları nedeniyle tek kurtuluşumuz köyümüzü terk etmekti. Çünkü Ruslar’dan görmediğimiz zulmü bize Taliban yaptı. Ruslar’a karşı savaşta köyümüzde 20 şehidimiz oldu, babam gazi oldu. Ama Taliban döneminde yaşadıklarımız anlatılacak gibi şeyler değildi. Afganistan halkı 90’lı yıllarda savaş ve ölümlerle mücadele ediyordu. 1996 yılında Türkiye Cumhuriyeti, Afganistan’da burslu bir sınav açmıştı. O sınava girerek kazandım. Bursu kazandıktan sonra eve geldim, babam yoktu çalışmaya gitmişti. Anneme, ’Ana ben Türkiye’ye, yurt dışına gideceğim, hakkını helal et’ diyerek helallik aldım. Fakirdik, anam bana şu anki 3 TL değerinde bir para ve 3 adet de kuru ekmeği bir beze sararak ’Oğlum benim varlığım budur, seni Allah’a emanet ediyorum’ diyerek beni yolcu etti. Köyümden böyle çıktım. Bazen otostop çekerek bazen yürüyerek bazen de özellikle yük taşıyan kamyonlara binerek Afganistan’dan Türkiye’ye geldim. Türkiye’ye geldikten sonra 1 yıl Gaziantep’de kaldım. Burada dil merkezinde Türkçe öğrendim. Daha sonra burslu olmam nedeniyle KTÜ’ye geldim. 1997 yılından sonra KTÜ’de İnşaat Bölümü’nde okumaya başladım ve 4 yılda okulumu bitirdim” diye konuştu.
"Gelen her Afgan’da kendimi görüyorum"
Okuldan mezun olduktan sonra memleketi Afganistan’a dönme düşüncesinde olduğunu ancak şartların kendisini Trabzon’da kalmayı zorladığını ifade eden Gül, “Okulum bittiğinde Türkiye’de kalmayı hiç düşünmemiştim. Ancak nasip kısmet meselesi hanım ile 1999 yılında tanıştık. İşler öyle bir gelişti ki 2003 yılında evlendik ve evlendikten sonra da Türkiye’de kalma planlarımız yavaş yavaş ağırlık kazanmaya başladı. Çünkü Afganistan’da Taliban’ın yükselişi savaşların daha da büyümesi yaşamanın daha da zor olacağını düşünerek bir müddet bu planımızdan vazgeçtik. Bu konuda sağ olsun eşim beni çok destekledi. Dolayısıyla Trabzon’da kalmayı kararlaştırdık. Türkiye’nin farklı yerlerinde şantiyelerde çalıştım. Afganistan’daki ailemi çok özlemiştim. Ya onları buraya getirecektim ya da ben oraya gidecektim. Taliban’ın kaçırdığı kız kardeşimin haricindeki tüm ailemi 2007’den itibaren Türkiye’ye getirebildim. Annem, babam 2 tane erkek kardeşim, 1 tane de kız kardeşim Trabzon’da Akçaabat’ta beraber yaşıyoruz” şeklinde konuştu.
Trabzon’da 2012 yılında Afganistan Hazara Kültür ve Dayanışma Derneği’ni kurduğunu 6 yıldır dernek olarak göçmenlerin elinde tutmaya ve onlara yardımcı olmaya çalıştığını kaydeden Gül, “Çünkü onların küçük çocuklarını gördüğümde kendi çocukluğumu, onların annelerini gördüğümde kendi annemi görüyorum. Benim 22 yıl önce yaşadıklarımı şimdi onlar yaşıyorlar. O yüzden onlara her konuda yardımcı olmaya çalışıyorum” dedi.
Bazı kişilerin sima olarak kendisini Trabzon’un Şalpazarlı ilçesindeki Çepni Türkleri’ne ya da Giresunlular’a benzettiklerini kaydeden Gül, “Çoğu kişi benim Afganistan’lı olduğumu anlayamıyor. Bana ’Şalpazarı’ndan mısın yoksa Giresun’dan mısın’ diye soranlar oluyor. Çünkü o yörenin insanları genelde Çepni Türkü olduğu için benzetiyorlar. Ben de bazen şaka ile karışık ’evet Şalpazarı’ndan Sinlice köyündenim’ diyorum. Çünkü oralarda çok iş yaptık. Daha sonra ’ben Afganım’ dediğim zaman bana ikinci kez sarılıyorlar ve daha çok mutlu oluyorlar” şeklinde konuştu.
“Afganlar şimdi de DAEŞ Tehdidi’nden kaçıyor”
Dernek olarak faaliyetlerinde Trabzonlular’ın büyük desteğini ve yardımını gördüklerini belirten Gül, son dönemde Afganistan’dan Türkiye’ye gelen Afgan mülteci akınının arttığına dikkat çekerek bunun en önemli nedeninin DAEŞ tehdidi olduğunu söyledi.
Gül, “Afganistan’dan 40 yıl aradan sonra ikinci büyük göç dalgası ile karşı karşıyayız. Dernek olarak bu göç dalgası ile ilgili olarak Göç İdaresi yetkilileri ile görüşerek neler yapabileceğimizi konuşuyoruz. Bu göçün artmasının e önemli nedeni olarak Afganistan’da artan DAEŞ tehdidini görüyoruz. Suriye ve Irak’ta DAEŞ’in temizlenmeye başlaması ile birlikte maalesef bir el, bir güç bunlara yeni bir adres olarak Afganistan’ı gösterdi. Geçmişte de bu tür terör örgütleri burayı kullanmışlardı. Afganistan’a giden DAEŞ mensupları tüm DAEŞ mensuplarını da bu ülkeye çağırdı. Dünyanın her noktasına dağılan DAEŞ mensupları Afganistan’a dönerek tekrar örgütlenmeye başladılar. Özellikle Afganistan’ın kuzey ve güney bölgelerine yerleşerek silahlı birer güç haline geldiler. DAEŞ’in Suriye’de ve Irak’ta ne yaptığını gören Afganlılar da korkudan dolayı can havliyle göç etmek zorunda kalıyorlar. Şuana kadar bu konu çok dillendirilmedi. DAEŞ son 2 yıldır Afganistan’ın değişik noktalarında katliamlar ve rehin alma olayları gerçekleştiriyor. 4 ay önce kuzey bölgesinde yüzlerce insanın katledilmesi ve 300-350 kişinin rehin alınması olayları, ardından bombalı intihar saldırılarında yüzlerce kişi hayatını kaybetti” ifadelerini kullandı.
“Afganlılar kendilerini ülkelerinde güvende hissetmediği için göç ediyor”
Gül, Afgan halkının 40 yıldan bu yana savaş yorgunu olduğunu ve artık dayanacak gücü kalmadığını hatırlatarak “Savaş yorgunu olan 40 yıldan bu yana savaşla iç içe olan Afganistan halkı El Kaide, Taliban’dan sonra DAEŞ gibi onların devamı niteliğinde ancak daha vahşi bir terör örgütünü artık kaldırmaya ne mecali ne gücü kaldı. Onun için halk kaçmaya ve canlarını kurtarma yolunu seçtiler. Umut yolculuğu dediğimiz dünyanın diğer ülkelerine diğer yerlerine göç etmeye başladılar. Kaçarken İran üzerinden geçiyorlar, tabi İran’da neden kalmıyor da Türkiye’ye geliyorlar dersek. Maalesef İran, Afganistan’ın iç siyasetine müdahildir, Afganistan’da İran yanlısı terör örgütleri vardır. Bunları kendi çıkarları doğrultusunda kullanabiliyor. Afgan halkı da bunun farkında. İran’a gittiğinde benzer sorunlar yaşamamak için Türkiye’ye geliyorlar. Normalde bir çoğunun hedefi Türkiye’de kalmak değildir. Türkiye üzerinden Avrupa ülkelerine gitmeyi planlıyorlar. Ancak son dönemde bu bir güzergahtan öte bir durak haline geldi. Türkiye’den Avrupa’ya geçişler de zorlaştı. Avrupa Birliği uluslararası göç konusunda Türkiye’ye verdiği sözleri de tutmadı. İnsanlar da mecburen deniz veya karayolu ile yasal oymayan yollardan Avrupa yollarına düşüyor. Bu yollarda her gün görüyoruz ölenler, denizlerde boğulanlar, evlatlarını, eşlerini, ailelerini kaybediyorlar. Bu sorun artık kronikleşti. 30-40 yıldır yaşanan bir sorun haline geldi. Fakat en kötüsü de sanki insanlar bu duruma alıştı” açıklamasında bulundu.
“Afganlılar kendilerini ülkelerinde güvende hissetmediği için göç ediyor” diyen Gül, “Halkımız artık kendi ülkesinde kendini güvende hissetmiyor ve hükümetinin kendi güvenliklerini sağlayabileceğine inanmadığı için göç tercihini seçiyor. Geçmişte Afgan halkının bir düşmanı vardı ve Rusya’ya karşı savaşarak mertliklerini gösterdiler ancak bugün karşınızda nasıl bir düşman olduğu belli değil ve her gün bir yerlerde bombalar patlıyor ama arkasında kim olduğu belli değil. Bu durum Afgan halkını çok yordu. Savaşamıyorsun ama her gün ölüm ve matem var. Bu da insanları göçe zorluyor” dedi.
“Dezavantajlı gruplar ile normal gelenleri ayırmak gerekir”
Türkiye’nin Afganistan’dan gelen mültecilere kucak açtığını ancak bu konuda artık tedbirler alınması gerektiğine dikkat çeken Gül “Bu tür mülteci akınlarında dezavantajlı gruplar ile normal gelenleri ayırmak gerekir. Yanlarında refakatçileri bulunmayan yaşlılar, çocuklar, kadınlar hastalar dezavantajlı gruplar içine alınarak bir süzgeçten geçirilip Cenevre Anlaşması’na uygun olanlarını sığınma hakkı verilerekten gereken yerlere bölgelere yerleştirilmesi, ekonomik sorunlardan ötürü Türkiye’ye göç edenlere de tabiki geri gönderilmesi daha uygun olacaktır. Türkiye zaten gereken yükü bugüne kadar hep almıştır. Nerden baksanız 4 milyonun üzerinde sığınmacı-göçmen nüfusu vardır Türkiye’de. Bunun çoğunluğu Suriyeli göçmenler oluşturuyor. 2. Büyük grubu Afganlı göçmenler teşkil ediyor, bu da 100-120 bin civarında olduğu söyleniyor. Son 2 ayda 10-15 bin civarında bir Afgan göçmenin Türkiye’ye giriş yaptığı söyleniyor. Bunlarla birlikte rakam 130 binlere yükseliyor. Bunların hepsi ile ilgilenmek çok zor bir şey. Ama içlerinde çok mağdur durumda olanların mağdur edilmesi de istenilen bir durum değildir. Hasta olanları, refakatçisi olmayan kadınları, çocukları, yaşlıları can tehlikesi ile gelenleri Cenevre Anlaşması şartlarına uygun olanlarının bir an evvel dosyalarının belirlenmesi ve gereken statüsünü sığınma başvuru sahibi olarak kabul edilmesi gerektiği konusunda bir talebimiz bir ricamız vardır” ifadelerini kullandı.
“Göç sorununu yerinde, Afganistan’da çözmek en akılcı çözüm olur”
Geçici barınma merkezleri kurulması yönünde Iğdır’da çalışma yapıldığını kaydeden Gül “Erzurum’da bin 500 kişilik bir geri gönderme merkezi var ancak doldu. Geri gönderme merkezlerinde dahi yer kalmadı. Bu insanlar, sokaklarda yollarda terminallerde kalıyorlar. Ellerindeki idari gözetim belgesi her gün göç idaresine uğramaları ve geri gönderme merkezleri boşaldığı zaman polis eşliğinde geri gönderme merkezine gönderilmeleri ve ardından tekrar Afganistan’a gönderilmeleri planlanıyor. Tüm bunlar olurken İran Türkiye’ye mültecileri göndermeye devam ediyor. Cenevre Anlaşması’nı imzalayan İran bu anlaşmanın maddelerine uymuyor onun için İran üzerinde de bir baskı kurulabilir. Temel insan ihtiyaçlarının neden esirgendiği neden görmezden gelindiğinin sorulması gerekir. Eğer yapılabilirse bu sorunu Afganistan’da çözmek en akılcı çözüm olur. Orda kalıcı bir barış sağlanması orda insanların can güvenliğinin sağlanması halinde bu insanlar göç etmek zorunda kalmaz. Bu sorun sadece Türk halkının ve Türkiye’nin problemi değil dünyanın sorunudur. Göç konusunda verdiği sözleri tutmayan Avrupa’ya karşı sınır kapıları açmak ve mültecilerin hedefledikleri yerlere gitmesini sağlamak gerekir. Türkiye tek başına bırakıldı. Sorun tıkanma noktasına gelmiştir” diye konuştu.
“Sığınmacıların mahcup olduğu kadar mağdur olduklarını da unutmayalım”
Afgan mültecileri de anlamak ve empati yapmak gerektiğine vurgu yapan Gül, açıklamalarını şöyle sürdürdü:
“Mağdur olmasa bunu yapmaz. Hiçbir Allah’ın kulu macera olsun diye böyle bir tehlikeye kendisini atmaz. Hicreti kemiklerine kadar yaşayan biri olarak vatan hasreti çekmenin, vatansız olmanın ne olduğunu en iyi bilenlerdenim. Muhacir birinin Ensarlara karşı ne kadar mahcup olduklarını ne kadar onlara karşı kendilerine karşı bir sığıntı gibi hissetmenin ne olduğunu çok iyi bilirim. Müslüman kardeşliği çoğu zaman maalesef sözde kalıyor. Kimse Türkiye’den başka sahiplenme konusunda bir adım atmıyorlar. Sığınmacıların çoğu Türkiye’ye geliyor. İyi kötü en iyi imkanı Türkiye sağlıyor. Bu konuyla ilgili İslam ülkeleri bir politika geliştirebilseydi ne Türkiye bu kadar zor durumda kalırdı ne de bu sorun bu kadar büyürdü. Eğer din kardeşliği varsa kardeşler birbirini düşünmeli ve kardeşler birinin derdi ile dertlenmeli ki bu sorun çözülsün. Aksi taktirde her şey lafta kalır. Sığınmacının mahcup olduğu kadar mağdur olduğunu unutmayalım. Onların sadece ve sadece ülkelerinde istemedikleri bir savaştan kaçtıklarını ve buralara geldiğini unutmayalım. Ülkelerindeki can güvenliğinin olmayışı nedeniyle burdalar. Onlar burada gündüz işlerinde oldukları zaman akşam evlerine ekmek götürmenin sevincini yaşıyor. Çünkü işteyken evlerinde çocukları eşleri öldürülmüyor. Onun huzurunu yaşıyorlar. Evdekiler de eşlerinin bir aksilik olmadıkça akşam eve sağ salim geleceğini biliyorlar. Bunun huzurunu yaşıyorlar. Afganistan’da bunlar imkansız. Çünkü evden çıktığınızda ne zaman nerde öldürüleceğiniz bilinmez. Aynı zamanda evdekilerin de başlarına ne geleceğini bilemezler. Bu çok kötü bir durumdur. Türkiye’nin gösterdiği ağabeylikten ötürü müteşekkiriz. İnşallah bu günler geçicidir. Bunlar bitecektir. Cenab-ı allah Türk halkından ve Trabzon halkından binlerce kere razı olsun. Onların bu hoşgörüleri ve kadirşinaslıkları olmasa biz bu işin altından kalkamazdık. Bu badireleri de birlikte kardeşçe atlatacağız. Türk ve Afgan dostluğu geçmişe dayalı bir dostluktur ve ebedi olarak devam edecektir.”