Deprem, devlet ve siyaset…
Hepimiz farkındayız ve yaşıyoruz. Depremden önce Türkiye’de "millî birlik ve beraberlik adına" son derece tehlikeli bir siyasi kutuplaşma, gerginlik vardı. Ortak acımız bile onları birbirine...
Hepimiz farkındayız ve yaşıyoruz. Depremden önce Türkiye’de "millî birlik ve beraberlik adına" son derece tehlikeli bir siyasi kutuplaşma, gerginlik vardı. Ortak acımız bile onları birbirine yakınlaştıramadı. Hatta içlerinde depremi, yaşanan acıyı siyasi söylemlerine, menfaatlerine alet edenler bile çıktı.
Akıl tutulması yaşayan bu karşıtlık, sanırım iflah olması son derece zor siyasi ve sosyolojik bir açmaza karşılık geliyor.
Yaklaşık 40 yıldır savaş, iç savaş, işgal, istila, istikrarsızlık ve istikrarsızlıkların istismarı; Irak, Suriye, Libya gibi istikrarsızlaşan/istikrarsızlaştırılan alanları takip eden biri olarak şunu içim acıyarak kendi kendime dedim ki: “İyi ki bu kutuplaşmaya, karşıtlaşmaya bir deprem sırasında yakalandık. Bir savaş sırasında yakalansaydık, acaba ne yapardık?”
***
Deprem çok acı ve çok büyük bir yıkım üretse de bu acı ve yıkımdan çıkartabileceğimiz dersler var. Deprem uzmanlarımız ve bilim insanlarımız buna kendi hassasiyetleri üzerinden, “Depreme dayanıklı bir Türkiye’nin inşası” üzerinden ele alıyorlar. Doğrudur, bu son derece gerçekçi ve bilimsel bir yaklaşım ama “Depreme dayanıklı bir Türkiye’nin inşası” sadece depreme dayanıklı yapılaşmayla ve konuşlanmayla mı sınırlı olmalı?
Depremle birlikte fay hattının ikiye ayırdığı köylerimiz, yollarımız gibi; yıkım, ayrılık ve kırılganlık ürettiği görülen yaklaşımlarımızı, siyasetimizi, devlet yönetimimizi ve tüm diğer millî güç unsurlarımızı kapsayan bir yapılanma/yeniden inşa sürecini benimsememiz gerekmiyor mu? Bir başka açıdan buna; "Depremin ürettiği sistem ve yönetim, teolojik, jeopolitik, bilimsel, ahlaki, sosyolojik fırsatlar" diyebilirsiniz.