Unutulmamaya muhtaç gerçekler: 30 yıl önceki terörle mücadele
Tv100 Gazetesi Yazarı Abdullah Ağar'ın bugünkü (26.10.2022)''Unutulmamaya muhtaç gerçekler: 30 yıl önceki terörle mücadele'' başlıklı yazısı.
Karanlığın içine süzülüyor, daha koyu olan vadiye doğru iniyoruz. Gecenin sessizliğinde hep alıştığımız gibi, önümüzdeki kişiyi takip ederken, en baştaki Muharrem Üsteğmenim kolu yavaş yavaş derin vadinin içine çekiyor. Gecenin karanlığı ve arazinin zorluğu; bilindiği gibi. İniş zorluyor. Belki de çok uzun yıllardır insan ayağının değmediği bir ormanın içindeyiz. Kurumuş, çürümüş, devrilmiş, dere yatağını doldurmuş ağaçların ve dallarının arasında kendimize yol bulmaya çalışıyoruz. Koca koca, yüksek kayaların en kolay inilebilen yerlerinden, bazen tutunarak, bazen yardımlaşarak, bazen de kıçımızın üstünde kayarak inmeye çalışıyoruz. Yani her şey bildiğimiz gibi, dağ gibi.
O kadar tırmaladık ki, artık ne kadar vakit geçtiğini kestiremez oldum. Çattığımız arazi, bizi kolayca aşağıya taşımadı. Sonra çiseleyen yağmur, terleyip içten ıslanmış bizleri, dıştan da ıslatarak, sahnedeki yerini aldı. Saatler geçtikçe, yoruldukça, yıprandıkça, zorlandıkça, zifiri karanlığın içinde yaptığımız tek şey, etrafı kontrol ederek, bizden olmayan sesleri, örneğin patlayabilecek ya da patlayan bir namlunun sesini duymaya ya da bir namlu ağız alevini görmeye çalışmaktı. Ve araziyle boğuşa boğuşa aşağıya doğru inmek, dibi bulmak, sonra da Khantur dağının eteklerine sardırmaktı.
Uçtaki koç gibi üsteğmen görev ve can havliyle araziye bodoslama bir koç vuruşu yapmıştı. Dere, tepe, ağaç, kaya demeden dümdüz gidiyordu. Gidiyordu da neredeyse bu gidiş yüzünden boynum kırılıyordu. Fena düştüm. Gecenin karanlığında bir kayanın üstünden attığım adım, olanca ağırlığımla, 15-20 kiloluk sırt çantamla, kodum mu oturtan 102 santimlik G-3’ümle ve olanca boş bulunmuşluğumla dibi meçhul karanlık boşluğa atılan korku dolu bir maceraya dönüşünce, tutunmaya çalıştığım boşlukta çırpınıp durdum. Hemen sonra da gökten düşen bir manda boku gibi yere çakıldım. Allah’tan çakıldım. Böyle bir durumda uzun süre uçmayı ister miydim? Neyse, işin gırgırı.
Düşmek, çarpmak kolaydı da, hırpalanmadan kalmak zordu. Askerlerimin el yardımlarıyla kendimi ve teçhizatımı topladıktan sonra ıhlaya ıhlaya, söve söve, boynumu ovuştura ovuştura yürüdüm.
Şimdi de dik bir inişten çapraz sapmalar yapıyoruz. Tek amaç var. Geç kalmadan, vadi tabanına ulaşmak ve gecenin karanlığında vadi tabanından yani mahkum araziden sıyrılmak.