Suriye’de yeni dönem için tarihten notlar…

Irak’taki ve Suriye’deki “ Baas ” rejimleri kapsayıcı olmadıklarından ötürü askerî dikta rejimlerine dönüştüler. Saddam Hüseyin de, Hafız Esad da “Baas” ideolojisinin birbirinin gözünü oymak için pusuda bekledikleri ikiz çocuklarıydı. 1960’larda Şam ve Bağdat’ta iktidarı ele geçiren “Baasçılar”, ulusal kültürlerinin köklerini aradaki 1300 yıldan fazla bir zamana tekabül eden uzun tarihin üzerinden atlayarak antik dönemlere yaslamaya çalıştılar. Bu keyfi yaslama ülkelerinin dini, sosyolojik ve kültürel


https://w.soundcloud.com/player/?url=https%3A//api.soundcloud.com/trac

Irak’taki ve Suriye’deki “Baas” rejimleri kapsayıcı olmadıklarından ötürü askerî dikta rejimlerine dönüştüler. Saddam Hüseyin de, Hafız Esad da “Baas” ideolojisinin birbirinin gözünü oymak için pusuda bekledikleri ikiz çocuklarıydı.

1960’larda Şam ve Bağdat’ta iktidarı ele geçiren “Baasçılar”, ulusal kültürlerinin köklerini aradaki 1300 yıldan fazla bir zamana tekabül eden uzun tarihin üzerinden atlayarak antik dönemlere yaslamaya çalıştılar. Bu keyfi yaslama ülkelerinin dini, sosyolojik ve kültürel olgularını yok sayma pahasınaydı.

Bu geniş havzada “Selçuklu” ve “Osmanlı” tecrübesine gözlerini deviren Baasçı despotlar yönettikleri ülke halklarının rızasını da aramadılar. Böylece Baasçılar yönettikleri halklarda bir “devlet aidiyeti”nin oluşmasını sağlayamadılar. “Baasçılık” aslında bir “devlet krizi”ydi ve kriz bu rejimlerin sonunu getirdi.

Kabileciliğe dönüşen Esad rejimimin çökmesiyle birlikte Suriye yeni bir yapılanma aşamasına girmiş bulunuyor. 61 yıllık korkunç “Baas tecrübesi” göz önüne alındığında bu yeniden yapılanmanın her şeyden önce kapsayıcı ve adil olması gerekiyor. Suriye’de yaşayan her bir ferdin kendisini güven içerisinde ait hissedebileceği bir nizamın kurulması bölgenin kaderini de etkileyecektir.

Anadolu Selçuklu devleti”nin çöküş dönemine ve “Osmanlı Devleti”nin kuruluş dönemine tanıklık eden bilge şairlerimizden Aşık Paşa, “Garibname” isimli manzum eserinde dilleri ayrı, ancak maksatları aynı olduğu halde anlaşmazlığa düşerek kavga eden dört yol arkadaşının hikayesini anlatır.

Türk, Arap, Acem ve Ermeni dört arkadaş seferleri esnasında yolda bir akça(para) buluyorlar. Büyük bir şehre vasıl olan dört yoldaş karınlarını doyurmak için bu bir akçayı harcamak konusunda kavgaya tutuşurlar. Her biri de üzüm yemek istiyor, ancak her biri de üzümü kendi dillerinde ifade ediyorlar. Birbirilerinin dilinden anlamadıkları için bir türlü arayı da bulamıyorlar tabii.

Şehir ahalisiyse bunların neden kavga ettiklerini anlamayarak merakla izliyor. Nihayetinde bu dört yoldaşın maksatlarını anlayan bir bilge adam, “ben bu akçayı alacağım ve hepinizi maksadınıza kavuşturacağım” diyerek araya girer.

Akçayla bir bahçeden üzüm satın alan bilge, böylece bu dört yoldaşı maksadına kavuşturur. Aşık Paşa dört yoldaşın isteklerinin bir, dertlerinin merheminin aynı olduğunu belirterek, kavgalarının sebebini de birbirinin dilini, halini, meramını bilmediklerine bağlıyordu. Maksat hasıl olunca sakinleşerek huzur bulmuştular.

Yüzlerce yıl önce Aşık Paşa bu sulh ilkesini ayrı düşmüş yetmiş iki millete, yani tüm insanlara, bütün mahlukata teşmil ederek öğütlerini evrenselleştiriyordu.. İşleri sulh ile halletmek, arayı bulmak, adaleti tesis etmek toplumları esenliğe götürmüştür. Sofrayı geniş tutmak, dilleri ayruk olsa da gönülleri birleştiriyor.

Suriye’de uzun bir sofra kurmak, gönülleri hoş kılmak, neşe ve güven vermek ayrı düşürülen insanları “bir” olmaya doğru götürür. Uzun süredir acılar içinde kıvranan geniş havzamızın bir “niza diyarı” değil “sulh diyarı” olmasına ihtiyaç var. Suriye “sulh diyarı”nın inşası için iyi bir başlangıç olabilir. Neden olmasın?

Ne ki havzamızın bir “niza diyarı” olarak kalmasını, dillerin ve gönüllerin ayruk olmasını kendilerine iş belleyen “kötücül güçler” var dünyada. Maksatları, açılan yaraların kanamaya devam etmesidir. Dünyayı kana boğan kötücül güçlerin fitne ve fesatlarına karşı ayık olmak, sabırla hareket etmek, ferasetli ve basiretli davranmak lazım. Ortak soframız aynı zamanda bir “irfan sofrası” olsun. O zaman kapalı zannedilen kapılar önümüzde birer birer açılmaya başlar.

İrfanla birlikte “Tefekkür” olmazsa, “Nizam” da olmaz. Nizam yıkıcı kötücül güçler, “Nizam kuramamak” gibi bir maluliyet içerisindeler. Eski çağlarda Anadolu’da hüküm sürmüş krallardan Midas’ın dokunduğu her şeyi altına çevirdiğiyle ilgili bir efsane vardır. Zamanımızın kötücül güçleriyse “Ters Midas etkisi” gibi dokundukları her şeyi kötüleştiriyorlar. Yıkıyorlar, ama yapamıyorlar. Başka türlü yapmak ellerinden gelmiyor. Çünkü irfanları yok, tefekkürleri bozuk.

Romalı tarihçi Tacitus’un “Agricola” kitabında Romalı istilacıları kastederek Calgasus’a söylettiği gibi, soyguna, katliama, yağmaya, yalan söyleyerek ‘imparatorluk’ adını veriyorlar ve memleketleri çöle çevirip buna ’barış’ diyorlar.

YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Suriye’de yeni dönem için tarihten notlar… 24 Aralık 2024 | 49 Okunma ABD’de “kimler” karar veriyor? 22 Aralık 2024 | 88 Okunma Despotlar kaçar, etrafları ortada kalır.. 17 Aralık 2024 | 75 Okunma Netanyahu’yu bekleyen âkıbet.. 15 Aralık 2024 | 153 Okunma Halkını vatansız bıraktı, vatansız kaldı! 10 Aralık 2024 | 141 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar