Bizim güzel hayallerimiz vardı..
Bizim hayatımıza güzellik katan, dinden, gelenekten beslenen hayallerimizi vardı. “Hayal gerçeğin anasıdır” derdik. İnancımızın taşıyıcısı olan hayallerimiz uğruna mallarımız...
Bizim hayatımıza güzellik katan, dinden, gelenekten beslenen hayallerimizi vardı. “Hayal gerçeğin anasıdır” derdik. İnancımızın taşıyıcısı olan hayallerimiz uğruna mallarımız, canlarımız, sevdiklerimiz feda olsun derdik. Gelip “Reelpolitik putu”na toslayınca evdeki hayallerimizin çarşıya uymadığını gördük. Para, makam, kadın, güç başımızı döndürdü. Siyasetin labirentleri arasında kaybolduk.
Bir dostum, “Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken” diye başlayan öğüt dolu masallar tadında, hayallerimizi süsleyen bir menakıb göndermiş. “Tam zamanına denk geldi” size “bir manzara tasviri yapmak yerine” o menkıbeyi hatırlatmak istedim.
Sahi hayallerimizi kim çaldı, ya da “Ben yolumu kaybettim, yolların günahı ne” diye şarkılar mı söylemeliyiz. Necip Fazıl, 60 darbesi sonrası Büyük Doğu’yu bu kapakla çıkartmıştı. Yola girmek mi, “yolunu bulmak” mı, karıştırmayalım da. Herkes hem “yolunu buluyor”, hem de “bir yolunu buluyor” iş yapmak ya da yapmamak için. Şu parti, bu parti farketmiyor, ne hikâyeler dinliyoruz. İnandığımız gibi yaşamayınca, yaşadığımız gibi inanmaya mı başlıyoruz ne? Birileri göz göre göre sürüklenirken, hâlâ burnu Kaf dağlarında, eleştiren herkese düşman oluyor adeta, burnundan doluyor, bürokratlarına emirler veriyor, öfkesi ağzından taşıyor.. N’oluyoruz ya hu! Bu gidiş gidiş değil. İnsanın içinden kollarını makas gibi açarak bağırmak geliyor: Durun kalabalıklar, bu sokak çıkmaz sokak! Bu gidiş nereye. Buyurun, bir varmış, bir yokmuş: “Hz. Ömer’in halifeliği döneminde Şam valisi olan ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’in arkadaşlarından olan Sad b. Ebi Vakkas (r.a.) Şam’daki bir camiyi genişletmek ister. Bu nedenle de caminin civarındaki arsaları kamulaştırır. Herkes arsasının bedelini alır ve isteyerek arsasını camiye devreder. Ancak Şam’da yaşayan bir Yahudi, camiye bitişik olan arsasını satmak istemez. Vali arsasının değerini fazlasıyla verse de Yahudi vatandaş arsasının kamulaştırılmasına rıza göstermez. Bunun üzerine vali arsaya el koyar ve bedelini adama gönderir.
Arsasını kaybeden Yahudi, komşusu olan bir Müslüman’a derdini anlatır. Sızlanır. Bana zulmedildi, der. Müslüman vatandaş da kendisine, Medine’ye git. Orada halife Hz. Ömer vardır. Derdini anlat. Ömer, son derece adildir, elbette seni dinler, der. Şamlı Yahudi Medine’nin yolunu tutar. Yorucu bir yolculuktan sonra Medine’ye ulaşır. Halifeyi sorar. Vatandaşlar bir hurma ağacının gölgesinde dinlenen halifeyi gösterirler. İşte halife bu zattır, derler. Adam Hz. Ömer’in yanına gider. Selam verip yanına oturur. Derdini anlatır. Hz. Ömer adamı dinler. Sonra bulduğu bir deri veya kemik parçasının üzerine şu cümleyi yazar: ‘Bilesin ki, ben Nuşirevan’dan daha az adil değilim.’ Kısa ve özlü bir cümle. Yahudi bu yazıyı alıp ayrılır. Ama yolda giderken de kendi kendine şöyle konuşur: “Şam’daki idarecilerin giyim, kuşam ve oturdukları yerdeki ihtişam ve debdebe nerde, Medine’deki halifede bulunan tevazu nerde. Şam’dakiler şu mütevazı halifeyi ciddiye alırlar mı? Hiç sanmıyorum.” Kendi kendine böyle konuşur. Sonunda Şam’a varır. Doğrusu valiye gitmek de istemez. Çünkü sonuç alamayacağı kanaatindedir. Bununla beraber, mademki yorulup da oralara kadar gittim, bari halifenin şu yazdığı cümleyi valiye vereyim, der. Valinin huzuruna çıkar ve deri parçasını uzatır. ‘Medine’deki halifenin size mesajıdır’, der. Vali bu cümleyi okuyunca, sapsarı kesilir. Uzun müddet başını yerden kaldıramaz. Sonra endişe içinde, başını kaldırıp şöyle der; arsanız size geri verilmiştir.
Yahudi vatandaş hayret eder. Şaşırır. Bir tek cümlenin valiyi bu kadar sarsacağını hiç tahmin edememişti. Merak ve dehşet içinde sorar. Lütfen bana bu cümlenin neden sizi bu kadar dehşete düşürdüğünü anlatır mısınız der. Şam valisi Hz. Sad, bak der, sana bu cümlenin hikâyesini anlatayım. O zaman benim neden bu kadar ürperdiğimi anlarsın:
İslam’dan önce ben ve bugün halife olan Hz. Ömer İran taraflarına ticaret için gittik. Yanımıza 200 deve almıştık. İran’a vardık. Orada cirit oynayan gençleri seyrederken, birileri zorla elimizdeki develere el koydular. Çok kalabalık bir çete grubuydu, bir şey yapamadık. Elimizde para da kalmamıştı. Üzgün bir şekilde, geceleyeceğimiz bir eski han bulduk. Hanın sahibine de sıkıntımızı anlattık. Adam iyi biriydi. Bize yardım etti. Sonra da; gidip krala durumunuzu anlatın, o adil bir adamdır, mutlaka size yardım eder, dedi. Biz de sabahleyin kralın huzuruna çıkıp durumu anlattık. Şikâyetimizi bir mütercim krala tercüme etti. Kral Nuşirevan dikkatle dinledikten sonra her birimize birer kese altın verdi ve olayı inceleteceğini söyledi. Bize de, memleketinize dönün, dedi.