The Family
Amerikalı Evanjeliklerle masaya oturanlar, ister siyasetçi, ister diplomat, ister asker, ister tüccar, akademisyen, STK temsilcisi olsunlar, önce kiminle masaya oturduklarını bilmeleri gerekir.
Kimilerine göre, karşılarındaki, “insan kılıklı bir Şeytan”dan başka birisi değildir. Onlar ise kendilerini “Tanrının kırallığının yeryüzündeki temsilcisi” olarak gösterebilir, “Tanrının kılıcı”, “Tanrının gölgesi”, “Tanrının partisi”. “Tanrıyı kıyamete zorlamak” gibi bir misyon da üstlenebilirler. “Tanrıları ile güreşebilirler”. Başlarındaki yönetici “Tanrı tarafından seçilmiş biri” olduğu için ona mutlak itaat gerekir, çünkü tasarruflarında özgür ve yanılmazdır. Yani “Tanrısal bir masumiyet ve bağışlanma” imtiyazının sahibidirler.
Bizdeki “Hizbullah”, “Seyfullah”, “Zıllullah” isimlerinin haddi aşan bir ölçüde kullanılarak “Mücessem ve müşahhas” hale geldiğini düşünün, işte öyle bir şey. Aynı şekilde, bizdeki “Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi olmak”, “Allah’ın bizim elimizle zalimleri cezalandırmak ve mazlumlara yardım etmek istemesini” dini bir görev, ahlaki bir sorumluluk ötesinde hiyerarşik ve birileri ile doğrudan ilişkilendirilmiş bir misyon yüklemesi olarak düşünün, işte böyle bir şey.
Osmanlıdaki, Lale devri sonrası, teb’asına “Kullarım” diye hitab eden sapmayı düşünün, işte öyle bir şey. Oysa sahih gelenekte “Kula kulluk yoktur”. Ama Efendilerimiz (!) huzurlarında bizden “musalla taşında meyyid” gibi olmamızı istemektedirler. FETÖ, DAEŞ, Husiler, Hizbullah tartışmaları aslında bizde bu çerçevede ortaya çıkan tartışmalardır.