Büste kep giydiren asker!
Başlığa bakıp, “Atatürk büstüne kep giydirmek” gibi çocukça işlere yeltenmeyin. Bu bir işaret değil... Büst tokatlama eyleminin nasıl sonuçlandığını...
Başlığa bakıp, “Atatürk büstüne kep giydirmek” gibi çocukça işlere yeltenmeyin.
Bu bir işaret değil...
Büst tokatlama eyleminin nasıl sonuçlandığını gördünüz...
Eskiden (yani askerlik yaptığım yıllarda) vuku bulmuş bir olaydan bahsediyorum.
Ben görmedim de, arkadaşlarım anlattılardı...
Muzır bir asker, kepini çıkarıp Atatürk büstüne giydiriyor, elini omzuna atıp bir de fotoğraf çektiriyor.
Bölük komutanı fotoğrafı yakalıyor. Askeri çağırıyor. “Bunu niye yaptın evladım?” diye soruyor. Çocuğun bir art niyetli olmadığını, hoşluk olsun için böyle bir mizansen hazırladığını anlayınca da, “Bir daha böyle şeyler yapma” deyip savıyor.
Düşündüm de, olay “sosyal medya çağında” vuku bulsaydı ve fotoğraf ezkaza Ahmet Hakan Coşkun’un önüne düşseydi...
Ne olurdu?
Çocuk, önce Ahmet Hakan Coşkun’un köşesinde, “Büste kep giydiren dangalak, aşağılık adam, ahlaksız şey, Atamıza dalga geçen soytarı, şuursuz bünye...” sözleriyle lime lime edilirdi. (Bu sözlerin patent sahibi “Coşkun” soy isimli kişidir. Safiye İnci’ye bu sözlerle mukabelede bulunmuştur.)
Sonra sosyal medyanın Atatürkçüleri ve “Mustafa Kemal kalpaklı” Fetullahçılar devreye girerdi. “Linç turu” tamamlandıktan sonra durumdan vazife çıkarmaya meyyal savcılar işe el atar, dava açıp çocuğu içeri tıkardı.
Biter miydi?
Bitmezdi...
Halk TV’de “Canım Atam” başlıklı (çoğu Uğur Dündar’lı ve seyircili) en az yirmi program yapılırdı... Yılmaz Özdil, Anadolu’nun değişik illerine imza günlerine davet edilir, Süleyman Nazif’ten arak bilgilerle yazdığı “sahte biyografi kitabını” imzalardı.
Biter miydi?
Bitmezdi.
Bu kez “suret-i hak”tan görünmeye çalışan sahtekârlar sahne alırdı. Mesela, “Coşkun”soy isimli kişi...
Linç sürecini başlatan kendisi değilmiş gibi, çıkıp şöyle aşağılık kıvırma cümleleri kurardı: “ODTÜ konusunda, ‘ne var bunda, çocuklar şaka yapmış’ diyorsan, büste kep giydiren çocuk konusunda da ‘ne var bunda, çocuk şaka yapmış’ diyeceksin.”
Büste tokat atan Heval’den söz edecektim. Uzadı...
Çocuk PKK sempatizanıymış. Yani Kemal Bey’in “hendekteki arkadaşları”ndan biri... Yaşı henüz 16... Giriştiği çirkinliği görüntülediğine bakılırsa, henüz “çocuk” reflekslerinden kurtulamamış...
Fakat bir “çocukça eylem”in (ne kadar çirkin olursa olsun), karşılığı, o çocuğu götürüp Atatürk’ün büstü karşısında saygı duruşunda bekletmek olmamalıdır... Hele, “Ben o... çocuğuyum” diye bağırtmak hiç olmamalıdır...
Cezai-i ehliyeti varsa, dava açarsın.
Nitekim dava açılacaktır... Tutuklandığına göre, mutlaka arkasından dava gelecektir.
Hadi “çocukça çirkinlikleri” yasayla, davayla, savcı marifetiyle bastırabiliyoruz, sorumluların tecziyesi yoluna gidebiliyoruz.
Peki, o çocuğa yapılanlar ne olacak?
Onu saygı duruşunda bekletip aşağılayanlar, “Ben o... çocuğuyum” diye bağırtanlar?
Onlara bir şey yapılmayacak mı?
Benzeri bir durum, Safiye İnci olayında da yaşanmıştı.
Safiye İnci adlı başörtülü kız (Ahmet Coşkun’un ihbar yazısı üzerine) Atatürk’e hakaret ettiği gerekçesiyle tutuklandı, yargılandı, 2.5 yıl ceza aldı.
Bir anlamda (hadi diyelim ki) “adalet yerini buldu...” Ama Safiye İnci’ye “Aşağılık, dangalak, ahlaksız, soytarı, şuursuz bünye...” diye küfreden Ahmet Coşkun’a bir şey olmadı. Ettiği küfürler yanına kâr kaldı.
Şimdi Safiye İnci’ye ve büst tokatlayan Heval’e sesleniyorum:
Eyleminizin bedelini ödediniz, ödeyeceksiniz... Ama bu durum, ekstra bedel ödetenlerin karşında suskun kalmanızı, hele yapılanları sineye çekmenizi gerektirmiyor.
Hakkınızı arayın.
Küfürbaz gazetecilere ve sizi “Ben o... çocuğuyum” diye bağırtanlara dava açın.
Korkmayın!