İzmir’i Yunanistan’a verelim, kurtulsunlar!
Hidayete erince “liberal-demokrat” saflara intisap eden sosyalist eskileri, vaktiyle “safralarımızdan kurtulalım” diye bir kampanya başlatmışlardı. Medyada da mebzul miktar sözcüleri...
Hidayete erince “liberal-demokrat” saflara intisap eden sosyalist eskileri, vaktiyle “safralarımızdan kurtulalım” diye bir kampanya başlatmışlardı.
Medyada da mebzul miktar sözcüleri vardı.
Özal döneminden bahsediyorum.
Özal hal edildikten ve “kapalı darbe sürecine” girdikten sonra da tutumları devam etti...
PKK’yla mücadelenin sivil siyaset alanını zehirlemeye başladığı ünlü 90’lı yıllar...
Devlet hem PKK’nın üzerine gidiyor, hem de “yardakçı” saydığı bölge halkına eziyet ediyordu. Sivil siyasetin de canına okuyordu tabii...
İşte bu dönemde palazlandılar...
Barışı, PKK’yla yürütülecek müzakereleri, AB’yi ve elbette demokrasiyi savunuyorlardı. Müzakerelere de “üçüncü göz” saydıkları AB ülkelerinin nezaret etmesini istiyorlardı.
Birincil hedef, AB’ye girmekti...
Daha doğrusu, AB’nin gözüne girmekti.
Bu sağlandıktan sonra “üyeliğin” önündeki görünür görünmez engeller “kendiliğinden” kalkacak, uygar dünyada hak ettiğimiz yeri alacaktık.
Göze girme sürecinin ilk ayağını Kürt meselesi oluşturuyordu tabii. Kürt meselesini hale yola koyarak “ilk adımı” atabilirdik, AB nezdinde “güvenilir partner” konumuna yükselebilir
dik.
Sorun şuradaydı:
Kürt meselesini nasıl çözülecekti?
Bundan kolay ne vardı? “Üçüncü göz”ün (yani AB ülkelerinin) nezaretinde yürütülecek “müzakereler” önümüze ne çıkarıyorsa, hiç sorgulamadan “evet” diyecektik, mesele hallolacaktı. Çözüm özerkliği, federasyonu, bağımsızlığı içerse bile.
Böylece, “safralarımızdan da kurtulmuş” olacaktık.
Türkiye’de çünkü aynı anda “iki çağ” birden yaşanıyordu. Ülkenin Batı’sı ilerlemesini ve çağdaşlaşmasını tamamlamış, AB standartlarına yakışır bir görüntüye ulaşmıştı. Ama Doğu’su öyle miydi? İlkellikten, gerilikten, din fanatizminden, töre cinayetlerinden, feodal alışkanlıklardan kurtulamamıştı. Üstelik “üretmeyerek”, üreten Batı’ya yük oluyordu, Batı’nın refahından çalıyordu. Bir safraydı. Bu safradan kurtulursak (yani Türkiye’nin bölünmesine razı olursak), hem ulusal gelirimizi yükseltirdik, hem de AB’ye girişimizi kolaylaştırırdık.
Böyle bakıyorlardı...
Hâlâ böyle bakıyorlar...