Liberal papağanların nefret dili
Hiç sevmem “orantısız” ifadesini. Gezi’nin bize bir armağanı yanlış hatırlamıyorsam... Esasında klişeleşmiş ve meram kolaylığı sağlayan hiçbir ifadeyi sevmem......
Hiç sevmem “orantısız” ifadesini. Gezi’nin bize bir armağanı yanlış hatırlamıyorsam... Esasında klişeleşmiş ve meram kolaylığı sağlayan hiçbir ifadeyi sevmem... Kullanmamaya özen gösteririm ama galiba bundan kaçış yok. Kaçamıyorum... Orantısız zekâların, orantısız şiddetlerin, orantısız akıl yürütmelerin dünyasında, meramınızı anlatabileceğiniz en ehven sözcük “orantısız”mış gibi geliyor yine de.
“Nefret dili” ifadesi de aynı şekilde... Çok kullanılmasının ve tüketilmesinin ötesinde, bir durumu anlatmaktan uzak bir tamlamaya dönüştü/dönüşüyor.
Hep nefret saçmış ve “öteki düşmanlığı”nı biricik siyaset yordamı olarak benimsemiş bir köşe yazarı “nefret dili”nden söz ediyor, inanabiliyor musunuz? Ve sonra da “aşk’a kaçtığını” söylüyor... “Aşk’a kaçmak.”
Tek ve gerçek sığınağın kadınlar (aşk) olduğunu söyleyen bu yazarın, lejandında “Türkiye Türklerindir” ibaresi bulunan bir gazetede çalıştığını, haftanın altı günü nefret saçan politik yazılar yazdığını, hafta sonu yazılarını da tek ve gerçek sığınak olan “aşk”a ayırdığını hatırlatalım ki, tam olsun.
Ben bu duygu geçişini hiç anlamadım. Haftanın altı gününde Livius’un “tutkuların kızışması” dediği şeyi yapan, icabında kardeş katline bile cevaz verecek bir duygu ereksiyonuyla önüne gelen her hedef saldıran ve ortalığı kan-revan içinde bırakan bir yazarlık tutumu, kendisini nasıl rehabilite eder? Bir insan, bir gün içinde, bir duygu etrafında kendisini nasıl dönüştürür? Her gün “hırsız, katil, eli kanlı diktatör” diye hançereni yırt, hafta sonu “Aşk’a kaç...” Böyle bir şey ahlaken mümkün değil ama tıbben mümkün mü?