Oslo İlkeler Anlaşması’nın Yıldönümünde
13 Eylül Gazze - Eriha Anlaşması olarak da bilinen Oslo İlkeler Anlaşması’nın yıldönümüydü. Gerçekte bir ihanet süreci olan ancak siyonist işgal rejiminin kazanımlarına sevimli bir kılıf...
1
3 Eylül Gazze - Eriha Anlaşması olarak da bilinen Oslo İlkeler Anlaşması’nın yıldönümüydü. Gerçekte bir ihanet süreci olan ancak siyonist işgal rejiminin kazanımlarına sevimli bir kılıf geçirmek amacıyla “barış süreci” diye adlandırılan görüşmelerin ilk ürünü niteliğindeki bu anlaşma 13 Eylül 1993’te imzalanmıştı. Bu anlaşma adından da anlaşılacağı üzere daha sonra imzalanacak anlaşmaların ön şartlarını belirleyen ancak meselelere müşahhas bir çözüm getirmeyen prensipler anlaşmasıydı. İsrail işgal rejiminin bu anlaşmayla elde ettiği en önemli kazanç ise “Filistin heyeti” sıfatıyla görüşmelere katılan ama normalde Filistin halkını temsil etmeyen grubun İsrail’i resmen tanıması ve işgale karşı fiili mücadeleyi reddetmesiydi.
4 Mayıs 1994’te imzalanan Kahire Anlaşması, 26 Eylül 1995’te imzalanan Taba Anlaşması ve bu tarihten tam bir yıl sonra imzalanan el-Halil Anlaşması, Oslo İlkeler Anlaşması’na göre şekillendirilmiştir. Hatta işgal rejimi bu ilkeler anlaşmasını sürekli kendi lehinde yorumlayarak sonraki anlaşmalara imza atan sözde “Filistin heyeti”nin sürekli taviz vermesini sağlamayı başarmıştır.
Biz o zaman bu anlaşma çerçevesinde yaptığımız yorumlarda, bunun bir “barış” olmadığına İsrail işgal devletinin gasp etmiş olduğu topraklar üzerinde meşrulaştırılması ve Filistinlilerin zorla ellerinden alınan haklarının geri verilmesi taleplerinin önüne set çekilmesi amacıyla imzalanmış bir anlaşma olduğuna dikkat çekmiştik. Yaptığımız yorumlarda ayrıca Filistin toprakları üzerinde siyonist işgalin varlığını sürdürmesi, öz yurtlarından çıkarılmış Filistinlilerin yeniden yurtlarına dönmelerine imkan verilmemesi durumunda gerçek bir barışın sağlanamayacağını dile getirmiştik.
Uluslararası siyonizmle göbek bağı içindeki dünya medyası Oslo İlkeler Anlaşması’nı sürekli “Filistin - İsrail barışı” olarak lanse etmeye çalıştı. “Barış” kelimesinin sıcaklığından ve sevimliliğinden yararlanarak da bu anlaşmayı sürekli dünya kamuoyuna olumlu bir gelişme olarak kabul ettirmeye gayret etti. Oysa anlaşma bir “Filistin - İsrail anlaşması” değil “Arafat - İsrail anlaşması”ydı. Anlaşma imzalanırken bırakın Filistin halkının onayının alınmasını, FKÖ’nün parlamentosu olarak kabul edilen Filistin Ulusal Meclisi’nin onayının alınmasına bile ihtiyaç duyulmadı. Arafat bu anlaşmayı imzalarken etrafına topladığı birkaç kişilik heyetle, tamamen kafasına göre hareket etmiş ve ne yazık ki kendisinin ve etrafına topladığı birkaç kişilik ekibin kişisel haklarından değil milyonlarca insanın oluşturduğu Filistin halkının haklarından büyük tavizler vermiştir.