Benim İstediğim Gibi Yaz?

Yazmak eylemi, siparişle yapılan bir iş değildir. İster köşe yazın, ister makale, yazdıklarınız birilerini memnun, birilerini de mutsuz edebilir. Okurlar çoğu zaman duymak istediklerini duyar, görmek istediklerini...

Yazmak eylemi, siparişle yapılan bir iş değildir. İster köşe yazın, ister makale, yazdıklarınız birilerini memnun, birilerini de mutsuz edebilir. Okurlar çoğu zaman duymak istediklerini duyar, görmek istediklerini görürler. Tersi olursa şaşkınlık yaşarlar. Eleştiri okları bir bir yayından fırlar. Ancak yazarlar okuyucunun görmek istediği şekilde yazmak zorunda olmayan varlıklardır. Bazen okuyucuyu şaşırtacak, kızdıracak, nevrini döndürecek şeyler de yazabilirler. Eğer okuyucunun partisine, liderine, cemaatine, kesesine, kasasına, masasına dokunursanız, bunları eleştirecek olursanız okuyucu size karşı eleştiri getirmekle kalmaz, basar kalayı! Oysa doğru olan bu değildir. Doğru olan her fikre hoşgörüyle yaklaşmak ve anlamaya çalışmaktır. Önyargılar, radikal tutumlar, at gözlükleri insanlara ve hayata başka pencerelerden de bakabilmemizi engelleyen unsurlardır. Tabii ki yazar kutsal bir varlık, yazısı da dokunulmaz değildir. Ancak yazarın işi yazmaktır, işi budur, fikir beyan eder, eleştirir, tespit yapar. Yazar icracı değildir. Eleştiren ama icra makamında olmayan birisini “bunları oturduğun yerden rahatça eleştiriyorsun ama hadi yap da görelim” denilirse, bundan daha absürd bir şey olamaz. Adamın işi odur. Oturduğu yerden okumak, düşünmek ve yazmak. Öte yandan köşe yazısı yazan herkes gazeteci değildir.

Farklı uzmanlık ya da disiplinden gelen bilim adamları, düşünürler, araştırmacılar, kanaat önderleri de köşe yazabilirler. Gazeteci kökenli olup da çok kaliteli yazılar kaleme alanlar olduğu gibi, gazeteci olmayıp da berbat yazılar kaleme alanlar da çıkabilir. Ya da tam tersi.  Arka planını bilmediğiniz, geçmişine vakıf olmadığınız insanları yazdıkları bir ya da birkaç yazıdan dolayı hadsiz ilan etmek doğru değildir. Mesela dini meseleye temas eden birisine “bırakın siz gazeteciler bu işi, diyanet sözünü söylesin” gibi absürd yorumlar yapmak yazara haksızlıktır. Ya da okuyucunun bağlı olduğu partinin icraatlerinden birisi hakkında yazar övgüler düzdüğü bir gün hayranlıkla yazarın makalesinin dibine “bravo tebrikler” yorumları yazıp bir başka zaman eleştirdiğinde yazarı yerden yere vurmak da doğru değildir. Ayrıca yazarın yazısını okumak bir vecibe de değildir. Okur ister okur, ister okumaz. Yazar da ille benim yazılarım okunsun diye yazı yazmaz. İlla ki yazı yazanlar bol okuyucusu olsun ister ama pek çok yazar tarihe not düşmek ve bazı fikirleri kayıt altına almak için kaleme sarılır. İşte bütün bu sebeplerden ötürü okuyucuya da yazara da rahat, relax olmak, beğendiğini almak beğenmediğini bir kenara koymak yakışır. Şunu da unutmamak lazım ki, okuyucular arasında da yazardan daha fazla bilgili ve takipçi kimseler vardır. Yani yazarın o sütunlara hükmetmesi çok da matah bir şey değildir.

Sonuç olarak şunu söyleyelim: Yazılanlar hoşunuza gitsin ya da gitmesin, hakaret etmeden evvel anlamaya çalışmak, fikre saygı duymak, emeğe itibar göstermek gerekir. Bırakın insanlar fikirlerini beyan etsinler, bundan kime ne zarar gelir? Şimdi Hayrettin Karaman Hoca bir yazısında tuttuğu takımla ilgili bir yazı kaleme alsa “ya hoca bırak bu işleri, bu iş senin işin değil, sen fetva vermeye devam et” mi diyeceğiz! Ya da Murat Bardakçı, tarih ve kültür dışında mesela astronomi ile ile ilgili bir yazı kaleme alsa “ne işin var hemşerim uzayda” mı diyeceğiz? Adam içinden gelmiş yazmış, belki ihtiyaç hissetmiş. Belki ilginç bulmuş, konuyu paylaşmak istemiş. Niyetinin ne olduğu önemli. Kendisine tanımlanan karakter sayısını yine kendi özgür iradesiyle bu şekilde uygun görmüş, doldurmuş. İsteyen okur, istemeyen çevirir sayfayı geçer gider. Yazar-okuyucu ilişkisi tribünlerin gönlünü alan taraftar amigosu ile taraftar arasındaki ilişki gibi değildir. Şakşakçı okur ve dalkavuk yazar bir yayın için en büyük talihsizliktir!

***

Başında Müslüman takkesi, sırtında CİA cübbesi!

Kadıyaniliğin lideri Gulam Ahmed’le Fethullah Gülen arasında büyük benzerlikler var. Gulam Ahmed’in Mehdi olarak ortaya çıkmasıyla Gülen’in Mehdiliği arasında büyük benzerlikler var. Hindistan’ı işgal eden İngilizlere meşruiyet kazandıran Gulam Ahmed ile Amerikan mandacılığını ve işgalini nerdeyse haklılaştıran Gülen arasında da benzerlikler var. Birisi İngiliz, diğeri de Amerikan güdümünde varlık gösteren iki ayrı figür ama ortak noktaları o kadar çok ki! İkisinin de başında Müslüman takkesi var ama birisi CIA cübbesiyle, öbürü İngiliz frakıyla boy gösteriyor. İkisinin de beyni ve midesi emperyalistlere bağlı. İkisi de dünyanın jandarmalığına soyunmuş güçlerden icazet alıyor. Kadıyaniliği iyi anlayan, Gülenciliği ya da FETÖ’cülüğü de anlar. Müslümanları tuzaklarına düşürerek kandıran ve emperyalist Batıya dini cemaat görünümü altında hizmet ettiren bu akılsızların verdikleri zarar, gavurun verdiği zarardan çok daha fazla. Zira içerden hançerlenmek, dışardan gelen saldırıdan daha yıkıcı ve daha acıtıcıdır. 15 Temmuz’da içeriden hançerlenen Türkiye ile Gulam gibiler sayesinde İngiliz işgaline uğrayan Hindistanlılar benzer oyunlara alet edilmişler, benzer acıları yaşamışlardır. Ders almak için daha başka örneğe ihtiyaç var mı?

YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Karşılıksız aşk ve siyasetin sitcom’u 01 Ağustos 2020 | 218 Okunma Bu zamana kadar neredeydiniz? 30 Ağustos 2018 | 153 Okunma Memlekete Dolar, Euro, Yuan, Ruble, Dinar Akıtacaksak 22 Ağustos 2018 | 7.097 Okunma Sarışın Şeytan (D.T) ve Ortakları: 'M.L, M.S, G.S' 15 Ağustos 2018 | 5.213 Okunma Aptal ABD ve Aptal Uşakları! 08 Ağustos 2018 | 242 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar