Doğu, Kuzey, Batı arasında...
Osmanlı'dan bu yana Türkler için “fetih/istila” ve “medeniyet” anlamında Batı bir hedef, bir istikamet, bir cazibe merkezi olduğu oranda, aynı anlamlarda hasım da olmuştur. Batılaşmanın hem bir amaç, hem...
Osmanlı'dan bu yana Türkler için “fetih/istila” ve “medeniyet” anlamında Batı bir hedef, bir istikamet, bir cazibe merkezi olduğu oranda, aynı anlamlarda hasım da olmuştur. Batılaşmanın hem bir amaç, hem bir tehdit, hem Batı'dan gelecek tehlikeyi Batı'ya benzeyerek bertaraf etme gibi çoklu ve çelişkili işlevler gördüğü bir tarih bulunuyor arkamızda.
Doğu ise tarih boyunca hem kökene ve inanca, hem mesafeye işaret etmiştir. İran Doğu'dan gelen yayılmacılığı ve Şii bir meydan okumayı temsil ederken, cumhuriyet eliti için laiklik Arap kültüründen arınmayı da ifade ettiği ölçüde, Güney Doğu, Sünni dünya (İslami ve İslamcı kesimler dışında) kapalı tutulması gereken uç sınır noktası olarak tanımlanmıştır.
Kuzey'in bellekteki yeri ise sadece tehlike ve tehdittir. Osmanlı'nın “küçülme öyküsü”nde Kuzey baskısının yeri tayin edicidir. Bu baskı 19. Yüzyıl'da (ulus-devletler Batı'da dil esasına, Doğu'da din esasına göre bir vatandaş tipolojisi ürettiği oranda) Ortodoksluk ve bir ölçüde ona bağlı Slavlık üzerinden Balkanları da kuşatmıştır. Osmanlı bu yüzyılda savaşların çoğunu Rusya'ya (Balkan müttefiklerine) karşı vermiş ve bunların çoğunu kaybetmiş ve esasen bu nedenle küçülmüştür. Ve kayıplar ve Kafkasya, Kırım, Balkan göçleri toplum ve devlet belleğinde de son derece kuvvetli bir yer edinmiştir.