Ne sanıyorduk ki?
Tayyip Erdoğan kadar, politikalarını algı yanılgılarına dayayan bir siyasetçi daha var mıdır bilmem. Bir zamanlar, rejimin üstündeki vesayeti kaldıran adam rolüne soyunmuştu. Sonradan...
Tayyip Erdoğan kadar, politikalarını algı yanılgılarına dayayan bir siyasetçi daha var mıdır bilmem.
Bir zamanlar, rejimin üstündeki vesayeti kaldıran adam rolüne soyunmuştu.
Sonradan anlaşıldı ki hazret, tarihimizin gördüğü en dehşet verici vesayet rejminin tepesine kurulmasının önündeki engelleri temizlemekle meşgulmüş.
Kürt sorununda da Tayyip Bey onu çözecek kişi olarak sunuldu herkese.
Oysa, bakmasını bilen gözler görüyorlardı ki Tayyip Bey’in bu sorunu çözmesine imkân yoktu. Ve eninde sonunda çözümün önüne bir engel olarak dikilecekti.
Kürt sorununun çözümü demokrasi ile mümkündü. Bu da demekti ki, Tayyip Bey Kürt sorununda derde deva değildi. Nasıl olsundu ki, demokrasi ile hiçbir ilgisi yoktu.
Onun bir süre kimilerince demokrat gibi algılanması, ulus devletin kurum ve kavramlarına karşıtlığından kaynaklanıyordu.
***
Tayyip Bey bir süre Kürt sorununa da, ulus devletin yarattığı ve ümmetçi devlet panzehiriyle aşılacak bir konu olarak yaklaştı.
Din ve mezhep kardeşliğinin çözüm için yeterli olduğu yanılgısına kapıldı. Geleneksel Kürt toplumunun, muhafazakâr yapısı da onun düşüncelerini pekiştirdi.
Aslında net bir çözüm planı olmadan, salt bu düşünceden yola çıkarak, bir çatışmasızlık hali oluşturulmasına ön ayak oldu.
Çatışmasızlık halinin temel dayanağı devlet ile Öcalan’ın görüşmeleriydi.
Gerçi bu görüşmelerden herhangi elle tutulur bir sonuç çıkmıyor gibi görünüyordu, ama bizatihi Öcalan’ın taraf olarak kabul edilip dostlar alışverişte görsün kabilinden de olsa, müzakerelerin yürümesi bile başlı başına önemli gelişmeydi.
Herhangi elle tutulur bir gelişme olmadığı izlenimi de yanıltıcıydı. Aslında PKK olmasa bile devlet silah bırakmıştı ve Güneydoğu’da iktidar hızla el değiştiriyordu.
***