Vardır bir bildikleri
Cumhuriyet yazarı Ali Sirmen bu hafta 'Vardır bir bildikleri' başlıklı yazısını kaleme aldı.
Dolandırıcılık hikâyesinde dolandırıcının büyük hüneri bakanları hayran bırakır. Oysa dolandırıcının hüneri öykünün kurgusundan çok dolandırılanın kişiliğinde yatar. Yani hüner kurguda değil, hedef olarak seçilen şahıstadır. Dolandırılanın içindeki o şeytan olmasa olay saat gibi tıkır tıkır işlemeyecektir.
Bir zamanlar Türkiye çapında şöhret olan Selçuk Parsadan’dan öğrendim bu gerçeği. Parsadan, cin gibi insanları basit hikâyelerle kandırıyordu. Bütün ülkeye “maşallah” dedirten bir siyasi, Parsadan tarafından kolayca aldatılmıştı. Böyle birinin kolay aldatılmasının püf noktası buna teşne olmasıydı. Yani dolandırılan hanım da bu yolla kolay çıkar elde etmeyi kuruyordu kafasında. O da kendi kurduğu dolabın peşinde avcıyken av oluveriyordu. Başka bir deyişle, dolandırılan da masum değildi.
Sülün Osman, Fil Hamdi hep bu tür tezgâhların ustasıydılar.
***
Okul yıllarında sınav arifelerinde hep aynı şeye şaşırıp durmuşumdur. Çeşitli yöntemlerle kopya hazırlayanlar sınav öncesi büyük bir titizlikle adeta çok hassas bir düzeneği hazırlarlardı. Bu kadar özen ve hüner harcadıktan sonra kopya hazırlayacağı yerde soruları öğrense daha akıllıca ve güvenli bir yol tutmuş olmazlar mıydı? Neden o kadar hüneri cevapları öğrenmeye harcamıyor da bu kadar karmaşık yolları tutuyorlardı.
İşin içinde başka iş vardı. Mühim olan sonuca o yolla gitmekti. Hayat okulunda kopya hazırlayıcılığı da tek başına öğretilen bir yöntemdi. Sen onu sağla da nasıl sağlarsan sağla. Hayatta hepimizin görüp tanıdığı böyle kişiler vardı. Onlar sorunlar karşısında sonuca gitme becerisini ediniyorlardı. Amaç da oydu zaten. Onun için bir süre sonra kopyacının “aptallığını!” bir yana bırakıp kendi ahmaklığımla uğraşmanın daha akıllıca olduğunu kavradım. Kopyacının ya da dolandırıcının bir bildiği vardı.