Dijital 'teknik ' soygun girişimi
Yok, öyle banka hesabınızın boşaltılması falan değil. Eski usul. Kandırarak, kendine inandırarak basbayağı dolandırıcılık teşebbüsü. Eskilerden şöyle bir haber hatırlıyorum....
Yok, öyle banka hesabınızın boşaltılması falan değil. Eski usul. Kandırarak, kendine inandırarak basbayağı dolandırıcılık teşebbüsü.
Eskilerden şöyle bir haber hatırlıyorum. Muhabir abilerimiz bir televizyonu kontrollü bir biçimde bozmuşlar. Yani öyle bir arıza ki, diyelim bir kabloyu yerinden söktürmüşler. Yapılacak tek şey o kabloyu takmak.
Sonra bu televizyonu ellerine alıp, o zamanlar her yerde dolu olan tamircileri tek tek ziyaret etmeye başlamışlar. Her biri ayrı bir fiyat vermiş. Kimse de, “Yahu bunun sadece kablosu çıkık” dememiş. Müşterinin tipine göre fiyat veren mi ararsın, bir sürü yedek parça gerektiğine dem vuran mı?
Sonra yaşama kültürümüz değişti. Hayatımıza yetkili servisler girdi. Malını aldığımız ünlü firmaların “yetkilendirdiği” güya güvenmemiz gerekenler. Önceki gün çok yıllar önce yapılmış bu haberi hatırlamama yol açan bir olay yaşadım. Bir dijital TV platformunun yetkili servisi ile. (Şimdi belki isim vermemek lazım ama isim vermezsem de diğer platformlara haksızlık olacak. Ben bu olayı D-Smart ile yaşadım.)
Önce uydu alıcısı birden bire bozuldu. Sadece bir yıllıktı. “Alet bu. Olur” diye düşünüp yetkili servisi aradım. Onu aç bunu kapat derken uzaktan teşhis koyuldu. Kart arızalıydı. “Değiştireceksiniz” dedi, telefondaki kibar genç. O gün yolumun üzerinde diye, Avrupa yakasındaki bir yetkili bayiye gittim. Sorun çıkmayacağına o kadar emindim ki. Ama yanılmışım. Servisteki görevli alıcıyı fişe taktı, bir iki test yaptı. Teşhis değişmişti. “Abi kutu arızalı değişecek” dedi. “İyi değiştirin o zaman” dediğimde elinde kutu olmadığını, ancak bir hafta sonra geleceğini anlattı.
O kadar beklemenin gereksiz olduğunu düşünüp, bu kez Anadolu yakasındaki bir başka yetkili servise gittim. Onda da kutu yoktu. Sonra onun verdiği bir başka servisi telefonla aradım. Onda da yoktu. Hay Allah, aylık para ödenen bir abonelikten faydalanıyordum. Ve sinirlenmeye başlamıştım.
Derken, yine kibar genç kız ve delikanlıların çalıştığı, telefon hattını aradım. Durumu anlattım. İlgiyle dinleyip not aldıklarını, bana bilgi verileceğini anlattılar.
3-4 gün bekledim, yine arayan soran yok. Yılmadım, bu kez bir daha aynı telefon servisini aradım. Çözüm olmadı. Bu kez, “Koca İstanbul’da bana kutu bulamıyorsunuz. Bari sizin hatanızdan kaynaklanan bu durum çözülene kadar fatura çıkartmayın” dedim. O da not alındı.
İki gün sonra, bir başka kibar genç kızımız aradı, fatura göndermek zorunda olduklarını söyleyiverdi. Ne dediğimi çok net hatırlıyorum: “Ödeyeyim. Ama Vallahi haram.”
Bu konuşmadan bir sonuca ulaşamadık. Ben artık iki haftadır İstanbul’da kutu arıyorum. Sonunda buldum. En azından bulunma ihtimali bulunan bir yer buldum.
Üşenmedim, kalktım gittim. Elinde üç tane kutu vardı. Ben değişim için uydu alıcı kutusunu ve uzaktan kumandayı götürmüştüm. Ama artık kutunun üreticisi değişmişti. O yüzden başka marka bir şey vereceklerdi ve onun da adaptörü değişik olduğu için, adaptör olmadan değişim yapamayacaklarını söylediler.
“Kutu ayırabilir misiniz” dedim. Cevap olumsuzdu. Ertesi sabah unutmayayım diye önceden kapı yakınına koyduğum adaptörle evden çıktım. Yine yetkili servise gittim. Fakat nafile. Çünkü son 24 saatte 1 adet yeni abonelik satmışlardı. Kalan iki kutu ise teknik elemanlar servise çıktığı için onların yanına vermişlerdi. Yeni kutu da gelmemişti. Ama kargodan gelebilirdi. Beklettiler, kargodan bir şey gelmediği ortaya çıktı. Neyse bu kez aleti onlara bıraktım. Öğleden sonra aradılar gelmişti. Daha sonra gittim aldım.
İki haftalık mücadele sonrası, kutuma kavuşmuştum. Heyecanla kabloları taktım. Ama o da ne? Çalışmıyor. Sinyal yetersizmiş. İyi de bir önceki kutu canavar gibi çalışıyordu. Sonra yine telefon, yine kibar gençler. Anlaşıldı ki her kutu diğerine benzemiyormuş. Birinin çektiğini diğeri çekemiyormuş. Eee ne olacak şimdi? Servis gelecekmiş. Servisin hediyesi de 45 lira. Artık yılmıştım. “Tamam gelsin” dedim.
İki gün sonra servis geldi. İşteyim. Eşim aradı. “Bir şeyler söylüyorlar. Anlamadım. Konuşmak ister misin?” diye. Telefonu “Uzman” arkadaş aldı ve “Abi senin uyduya yıldırım düşmüş. O yüzden LNB’yi değiştirmemiz lazım” dedi. Anlatmaya çalıştım ki, yıldırım falan düşmedi. Aynı uyduya başka alıcı takınca şakır şakır çalışıyor. Nafile çaba. İyi de kaça değişecek? 225 lira. Ve tabii artı 45 lira.
Sinirlenip “Yapmayın kardeşim. Öyle kalsın” kelimeleri çıktı ağzımdan. Teknik servis parasını alıp gitti. Sonra eve döndüğümde uyduya bir de ben bakayım dedim. Anten kablosunun biraz yerinden oynadığını fark ettim. Sıktım. İçeri gidip televizyonu açtığımda bir mucize olmuştu. Çalışıyordu.
Bu kez karşı atağım başladı. Önce belki onuncu kez, o kibar gençleri aradım. Uzunca bir süre şikâyet yazdırdım. Sonra, bölge yetkili servisini arayıp durumu anlattım. Verilen cevap, “Televizyonunuz çalışıyorsa niye söyleniyorsunuz. Durum düzelmiş ya oldu”. Sonra eve gelen o teknik ekibi aradım. Yaptığının sahtekârlık olduğunu, bozuk olmayan bir yedek parçayı değiştirmek için 225 lira istemenin doğru olmadığını anlattım. Cevap daha da iyiydi: “İyi ya abi ben düzeltmişim işte. Ama ileride bozulur.”
Ben artık teslim oluyorum. 18 Mayıs’ta başlayan arızalı uydu alıcısı maceram 3 Haziran’da son buldu. Ve ben yenildim.