Dünyanın böyle bir Avrupa’ya ihtiyacı var mı?
Başlıktaki soru, bizim gibi, değil Avrupa’nın merkezine, periferisine (sınırına/etrafına) bile yerleştirilmek istenmeyen ülkelerden çok, Avrupa Birliği (AB) içinden kaynaklanıyor. Artık tarihin yeni...
Başlıktaki soru, bizim gibi, değil Avrupa’nın merkezine, periferisine (sınırına/etrafına) bile yerleştirilmek istenmeyen ülkelerden çok, Avrupa Birliği (AB) içinden kaynaklanıyor.
Artık tarihin yeni bir “kırılma noktasındayız” ve böyle dönemlerde toplumlar, en radikal sorularıyla hareket ederler.
Türk seçkin kadrolarının “Türkiye çağdaşlaşması” için ana reçete olarak kabul ettiği “Avrupa Birliği ile bütünleşme süreci” anladığım kadarıyla bu topraklardan gelen tepkiden çok, Avrupa’nın içine düştüğü “kendini sürekli yenileyen yıkılma sürecinin” kurbanı olacak.
Seçkinci bir hareketin sonu mu?
Genç okurlar için bir tarihi notun altını çizmek isterim: Avrupa Birliği, kıta halklarının bünyesinde yaşanan bir “dip dalga”nın değil, “siyasi seçkinlerin” yarattığı bütünleşme formülü olarak kendini gösterdi.
Bu nedenle, AB içindeki halkların siyasetteki tercihlerinden çok, Brüksel ve Strasbourg’da yerleşik ve giderek “kıtasal vesayete” dönüşen “seçkinler kadrosunun” kontrolünde geldi bugünlere...
Kuruluşundaki “seçkinci gelenek”, üye halkların tercihlerini değil, tekno-bürokratların kararlarını öne çıkarttı.
AB’nin, Soğuk Savaş’ın bitiminden hemen sonra siyasal sınırlarını NATO şemsiyesi altında garanti altına almak için genişlemesi de aynı seçkin kadronun eseriydi. O kadro, Kıbrıs Rum Yönetimi’ne, hatta Bulgaristan ve Romanya gibi çok zayıf ekonomilere kapılarını açarken Türkiye’yi dışarıda tutma kararını da Avrupa halklarına sormadan aldı.
Ama artık, duvara geldik, dayandık ve AB’nin önünde beliren duvar, bir dönem kıtanın bölünmüşlüğünü simgeleyen Berlin Duvarı’ndan daha yüksektir.