Demirel’i neden andım?
Süleyman Demirel’in ölmeden birkaç yıl önce “Türkiye’nin hali ne olacak” diye kaygılanan dostlarına sarf ettiği bir cümle var. O dönem bana aktarıldığı şekliyle söylüyorum:...
Süleyman Demirel’in ölmeden birkaç yıl önce “Türkiye’nin hali ne olacak” diye kaygılanan dostlarına sarf ettiği bir cümle var. O dönem bana aktarıldığı şekliyle söylüyorum: “Ortadoğu’da nizam ve huzur olmadan Türkiye durulmaz.”
2013 gerçeği içinde, Türkiye’nin yalpalamaya başlaması, demokrasi rayından çıkma eğilimi göstermesi, hepimize nevi şahsına münhasır bir durum gibi geliyordu. Büyük resim daha netleşmemişti. O yıllarda henüz Türkiye’yi Ortadoğu’nun bir parçası, hatta uzantısı olarak görmeye alışmamıştık. Ortadoğu’daki kaos ve mezhep savaşları, seyirlik bir durum gibiydi. Henüz daha global otoriterleşme dalgası başlamamış, tüm dünyada liberal demokrasi, düşüşe geçmemişti.
Türkiye’yi sadece Türkiye olarak düşünüyorduk. Olana bitene bakıp, Ahmet iyi, Mehmet kötü gibi yerel aktörler üzerinden tezler üretiyorduk. Umutlarımız, beklentilerimiz aynı küçük yerel aktörlerin farklı seçimleri üzerineydi.
Oysa bizim dışımızda bambaşka bir durum gelişiyordu. Türkiye, son 10 yıl içinde ancak belirgin bir biçimde Suriye iç savaşının başından bu yana, Ortadoğu denklemine sürüklenmişti. Oradaki istikrarsızlık, kimlik mücadelesi, vekâlet savaşları, siyasi akımlar dalga dalga bizi de esir alıyordu. Türkiye sadece bir Ortadoğu ülkesi olmasa da bir şekilde Ortadoğu’dan kaçamıyordu.
Ama bizim için yazılan senaryonun dışına çıkamadık.
Büyük resimde Irak ve Suriye’nin Kuzey komşusu olmamız ve Avrupa’nın göbeğinde değil en dış çeperinde olmamız, içerideki gidişatı belirledi. Demirel bunu erken sezmişti. Nasıl ki onun siyasette aktif olduğu yıllarda Türkiye’de olan biteni Soğuk Savaş dinamikleri belirledi ise, şimdi de Arap Baharı sonrası Ortadoğu kaosu ve dünyadaki demokrasi karşıtı akım, bizi yiyip yuttu. İçeride ne kadar çırpınsak da bu büyük tsunaminin altında ezildik.
Demirel’in lafını unutmamış, aklımın bir köşesine yazmıştım ancak bizdeki yerel siyaset ve Ortadoğu arasındaki ilişki, Irak sayesinde kafamda netleşti. Zamanında Saddam dönemi ve Saddam sonra Irak üzerinde çok çalışmıştım. Irak siyasetini iyi biliyor ve takip ediyordum. Eskiden Türkiye’deki siyasi akımlar ve Irak’ta yaşananların uzaktan yakından ilgisi yoktu.
Ancak bir noktadan sonra, Türkiye’deki kutuplaşma, Irak’ı andırmayabaşladı. Karşımızda bir muhafazakâr Sünni partisi, şehirli modern/laik ve Alevilerin kümeleştiği bir başka parti ve bir Kürt partisi vardı. Ortadoğu’daki kimlik ayrışmasına sürükleniyorduk. Merkez sağ ve merkez sol yok olmuştu.
2015 yılı, bunu kırmak, kimlikleri aşmak için bir fırsattı. İktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi, merkez sağa açılabilirdi, yapamadı. Merkez sağ ve liberal eğilimleri dışladı. Muhafazakâr Sünni partisi gibi davranmayı seçti. Keza anamuhalefet partisi, geniş bir sol ve merkez kimliğe değil daha dar bir laik/modern/ Alevi konsorsiyumuna doğru evrildi. Kürt meselesi ve geniş sağ sınıfa hitap eden anlamlı bir duruş geliştiremedi.