Osmanlı bu değildi
Mizah dergisi Uykusuz’un bugün piyasalara çıkan sayısının kapağında, şehirli modern bir çift var. Adamcağız, alı al moru mor, belli ki günlerdir bilgisayar kucakta, birinci cumhuriyetin bitiş senfonisi...
Mizah dergisi Uykusuz’un bugün piyasalara çıkan sayısının kapağında, şehirli modern bir çift var. Adamcağız, alı al moru mor, belli ki günlerdir bilgisayar kucakta, birinci cumhuriyetin bitiş senfonisi sonrasında açıklanan yeni kabineyle ilgili yazılanları okuyor. Eşi ya da sevgilisi, yanına giderek ‘Hadi gel artık. Bir hava alalım. Yeter’ diyor. Haberlerden kopamayan, ruhunu çoktan teslim eden adam, zoraki bir iyimserlikle:
“En azından Milli Eğitim Bakanı’mız iyi gibi sanki di mi?” diyor.
Öteki Türkiye’de ruh hali, tam da bu. Rıza vermediği ve sonuçlarından son derece ürktüğü radikal bir değişimi, oturup kanepeden izlemek zorunda kalmak...
Bunu yaparken de, tabir yerindeyse, kafayı yemek.
İyi de, kafayı yemesi gereken, kanepedeki adam mı, yoksa Cumhurbaşkanlığı yönetim sistemi adıyla önümüze gelen bu tuhaf merkezileşme çabasını tasarlayanlar mı? Ben onların yerinde olsam, bugün hiç de rahat hissetmezdim.
Neden mi? Bakın anlatayım. Dün yeni sistemdeki işleyişi, daha doğrusu devletin yapısını anlatan Bir Numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’ni okumaya çalıştım. 192 sayfalık metni tümüyle okudum diyemem. Ama şunu anladım: Devlet, Tayyip Erdoğan etrafında yeniden organize ediliyor; tiyatrodan köydeki ziraat ofisine kadar atama ve yönetim yetkileri, Cumhurbaşkanlığı’na veriliyor.
Tüm yetkilerin tek elde toplanması, nasıl olacak da bu ‘hantal’ devlet işleyişini hızlandıracak? Gazeteciliğe başladığım günden bu yana devletin ‘ceberut’ ve ‘hantal’ oluşu, bizzat devletin en tepesindeki isimler tarafından dile getirilir, çözüm olarak d...