İki mektup: Biri ‘O’na, öteki Başbakan’a
Biliyorum, biliyorum, bugün 19 Ocak ve sen her 19 Ocak’ta benden mektup almaya alışıksın ve bu 19 Ocak’ta mektup gelmedi… Bu yüzden somurtuyorsun değil mi? Somurtma. Bugün mektup alman için o mektubun dün...
Biliyorum, biliyorum, bugün 19 Ocak ve sen her 19 Ocak’ta benden mektup almaya alışıksın ve bu 19 Ocak’ta mektup gelmedi…
Bu yüzden somurtuyorsun değil mi?
Somurtma.
Bugün mektup alman için o mektubun dün yazılmış olması gerekiyor. Yani “19 Ocak değil ama sanki 19 Ocak’mış” gibi bir mektup yazmak.
Bu defa istemedim. Sanki yapay bir mektup olacakmış gibi geldi. O yüzden bir gün önceden yazmadım.
Zaten benim sana yazmam, hâlâ içimde kanayan bir yara olduğunu, kolum kesilmiş de yeri boş kalmış gibi olduğumu anlatmam için ille de 19 Ocak olması gerekmiyor.
Neyse geçelim. Sulu gözlülüğün âlemi yok şimdi…
Bizler?
Bizler iyiyiz. Senin torunlar da benim torunlar da büyüyorlar.
Bizler?
Bizler berbat durumdayız. Epeydir uzaktasın. Bugünkü halimizi sana kestirmeden nasıl anlatsam bilemiyorum. Ülkenin güneydoğusu kanıyor. Devlet Kürt sorununu barışçıl çözmekten kesinlikle vazgeçti. Devletin şiddet olduğu günlerdeyiz artık. Şiddeti siyasal mücadele yöntemi olarak benimsemiş PKK ile mücadeleyi devlet terörünü Kürt halkının tümüne yaymak, onlara ölümcül cezalar biçmek olarak karara bağladı. Bu konuda uyaran, eleştiren herkesi hain ve düşman belliyorlar artık. Savcıların devlet memuru olduğu ve buyrukları hukuktan değil amirlerinden aldıkları günlerdeyiz…
Vazgeçtim…