IŞID petrolünü kim içiyor ya da satıyor?
“Sövenin ucunu yontasen... Ucunu sivriltesen... Torpağa daldırasen... Çekip çıkarasen... Maşrapanı hazır edesen... Fışkıran nefti maşrapaya doldurasen... İsteriçesen, ister...
“Sövenin ucunu yontasen... Ucunu sivriltesen... Torpağa daldırasen... Çekip çıkarasen... Maşrapanı hazır edesen... Fışkıran nefti maşrapaya doldurasen... İsteriçesen, ister satasen...”
1997 kışının son günlerinde Cumhuriyet beni Irak’a yolladı. Ürdün’ün başkenti Amman üstünden çöl boyu uzanan 900 kilometrelik asfalt yol azmanını aşıp Bağdat’a vardım.
Bağdat’tan Kerbela’ya, Basra’ya, Tikrit’e, Musul’a, Kerkük’e, dolaşmadığım az yer kaldı. Ayağa yanmış it gibi dolandım. Habercilikte dünyanın dört bir yanından kopup Irak’a gelmiş gazetecilere fark attım. Çünkü Allah’ın çölünde İngilizce, Almanca kıvıran birine rastlamak çoğu kez olanaksızdır. Ama her yerde bir Türkmenbulunabilir. Kimi gönüllü, kimi günde 5 dolara tercümanlık, rehberlik yaptı.
Yazının başındaki anlaşılması güç paragraf Musul’a yakın bir köydeki çay molasında bana bilgi veren bir Türkmene ait.
Türkiye Türkçesi ile şöyle:
“Söven’in (Söven: Iki metrelik düzgün bir dal) ucunu sivrilt. Toprağa sapla,Batırabildiğin kadar derine batır. Maşrapanı hazır et. Fışkıran petrolü doldur. Ister iç, ister sat...”