İstanbul’da son sıra yarışı
İstanbul’un nabzını tutmak Kendim ettim kendim buldum. Cumhuriyet seçim öncesi bölgelerin nabzını tutuyor ya, bana da “Abi Akdeniz bölgesini sana yüklesek” dediler. Hemen atlayıp “Tamam” desene avanak....
İstanbul’un nabzını tutmak
Kendim ettim kendim buldum. Cumhuriyet seçim öncesi bölgelerin nabzını tutuyor ya, bana da “Abi Akdeniz bölgesini sana yüklesek” dediler. Hemen atlayıp “Tamam” desene avanak. İstanbul’a yağmur basmışken, kara bulutlar kaplamışken Antalya’da, Mersin’de Akdenizin köpükleriyle oynaşıp, Adana’da sahici kebapları mideye indirip, sonra da “Tuttum Akdeniz’in nabzını” diye bir şeyler çırpıştırsana...
Belim ağrıyordu. Hâlâ da ağrıyor. Mazeret olarak onu öne sürdüm. Merhametli davrandılar. “Tamam abi başka bir arkadaşı yollarız” dediler. Ben Cumhuriyet yönetiminin gösterdiği bu şefkatten mutluyken “Bir cigara versene” dercesine rahat, “Abi o belinle o kentten o kente koşma sen. İstanbul’da kal. İstanbul’un nabzını tutuverirsin. Tamam di mi abi”.
Her şeyi reddedemezsin ki. Yazıişlerinin çevirdiği bu dolabı zorunlu olarak yutmuş göründüm. O günden beri İstanbul’un nabzını tutuyorum diye deli dana gibi kentte dolanıyorum. İstanbul’u bilmem ama benim nabız epey yükseldi...
***
Seçim önceleri gazetelerin nabız tutma merakına bir türlü ayak uyduramadım. Acemilik günlerimde de, şimdi de... Bir yerlere gidip, sahiden nabız tutup, “Şu parti şu kadar, bu parti bu kadar milletvekili çıkaracak” gibi yazılar döktüren meslektaşlarımı her zaman kıskançlıkla izledim.
Haydi -mesela- Kırklareli’ne, Çanakkale’ye, Çankırı’ya, Bayburt’a gitsen, avuç içi kadar kentler. Nabız tutar, en azından tutmuş gibi yaparsın. Peki, Türkiye’nin neredeyse dört birinin yaşadığı şu İstanbul’un, şu ucu bucağı olmayan kent azmanının nabzını nasıl tutarsın?