Vurun HDP’ye, kırılsın beli!..
Dün kaldığımız yerden devam edeceğim. O yüzden tatsız olduğunu bile bile dünkü Tırmık’tan bir hatırlatma yapmam gerek. Şöyle bitmişti: “…EMEP de, KCK de demokratik...
Dün kaldığımız yerden devam edeceğim. O yüzden tatsız olduğunu bile bile dünkü Tırmık’tan bir hatırlatma yapmam gerek.
Şöyle bitmişti:
“…EMEP de, KCK de demokratik bir fırsatı ve AKP’nin gözü dönmüşlüğünü belliölçülerde denetleme olanağını akıllıca kullanan HDP’yi bir savaş kabinesinde yer almakla suçluyorlar…”
Sabahın erken saatlerinde, yani yazı Cumhuriyet portalda yayımlanır yayımlanmaz bir okur maili sordu:
“Engin Bey, bu adamlar savaş kabinesi terimini bilmiyorlar besbelli. Siz de mi bilmiyorsunuz kuzum?”
Biliyorum ey okur, elbet biliyorum. Okumayı yeni yeni söktüğüm çocukluk yıllarım “Attlee hükümeti kurulunca Churchill’in savaş kabinesi de kendiliğinden sona erdi” gibi haberleri hecelemekle geçti.
Ama Davutoğlu’nun kurduğu, çoğu AKP’li, bağımsız denilenler Erdoğan’a sımsıkı bağımlı bakanların yanı sıra bu vahşi ortama gözünü kırpmadan girmiş iki HDP’li bakanın yer aldığı bir seçim hükümeti var. Görevi 1 Kasım’a kadar ülkeyi seçime taşımak. Tutup bu hükümete “Savaş hükümeti” derseniz herkes bu savaşın görünüşte IŞİD ve PKK’ye, aslında esas olarak Kürt siyasal hareketine açılmış bir savaş olduğunu bildiği için sorar:
- Nasıl yani, iki HDP’li bakan Kürtlere karşı savaş yürütmek için kurulmuş birhükümette mi yer aldılar?
Kurulan hükümete duraksamadan ve yanlış anlamaya olanak tanımayacak bir netlikle savaş hükümeti diyen beyler, bu soruya cevabınız ne?
Evet mi?
Demek HDP, Kürtlere savaş açan bir hükümete bakan vermiş sefil, rezil, sahtekâr bir siyasi parti. Bizleri bugüne kadar kandırmış. Belki de Selahattin Demirtaş maaşlı Amerikan ajanıdır. Figen Yüksekdağ CIA ajanı. Milletvekili Garo Paylan kardeşim de (Evet, bana öz kardeşim kadar yakın bir kardeşimdir) ASALA militanı…
Buna karşılık sizler devrimci…
Öyle mi ?
Yuf yani!..
***
Güncel siyaset üstüne bu kadarı yetsin.
30 Ağustos (ya da 29 Ekim, 23 Nisan) günü yayımlanacak yazılar zorunlu olarak bir gün önceden yazılır. Yani bayram üstüne söylenenler ister istemez epey yapay yazılar olur. En azından ben böyle duyarım ve o yüzden yazmam. Bu yazı ise tam da 30 Ağustos günü yazılıyor.
30 Ağustos 1922’de çürümüş bir imparatorluğun yıkıntıları içinden yeni bir ulus-devlet doğdu. 20. yüzyılın başlarındaydık. Ulusal kurtuluş hareketleri ilerici, devrimci hareketlerdi. Osmanlı, Avusturya- Macaristan gibi imparatorluklar tarih sahnesinden siliniyor, ayakta kalanlar can çekişme sürecine giriyor ve Rusya’da 1917 Devrimi ile tarihin akışının değiştirilmeye çalışıldığı yepyeni bir dönemin temelleri atılıyordu.
30 Ağustos 1922, Anadolu toprakları üstünde bozkırdaki çekirdeği çatlatacak bir ulus-devletin doğum günüdür. Çağı içinde, zamanın ruhu bağlamında bu devrimci bir adımdı ve kutlanasıdır. Bugün ağırlıklı olarak Türk milliyetçi ve ırkçılarının kutladığı, AKP elebaşılarının ise protestoları önlemek için kutlatmadıkları bir gün oluşu, onun değerini zerre kadar azaltmaz.