Ya güzellikle ya da silahla
2011 yılının Mart ayında Suriye’de olaylar başladığında ABD, DAEŞ’le mücadele bahanesiyle YPG/PKK’yı bölgeye yerleştirmeye başladı. ABD, PKK eliyle yeni bir İsrail inşa etmek istiyordu; Türkiye ise güneyinde bir terör devletine doğal olarak karşı çıkıyordu. 7 Şubat MİT Krizi, 17/25 Aralık yargı darbesi girişimi, 15 Temmuz askeri darbe girişimi ve en son 14-28 Mayıs seçimlerinde Kılıçdaroğlu’nun bütün muhalefeti bir masada toplaması, her şeyden önce Erdoğan’ı devirmek suretiyle Suriye’de bir terör
2011 yılının Mart ayında Suriye’de olaylar başladığında ABD, DAEŞ’le mücadele bahanesiyle YPG/PKK’yı bölgeye yerleştirmeye başladı.
ABD, PKK eliyle yeni bir İsrail inşa etmek istiyordu; Türkiye ise güneyinde bir terör devletine doğal olarak karşı çıkıyordu.
7 Şubat MİT Krizi, 17/25 Aralık yargı darbesi girişimi, 15 Temmuz askeri darbe girişimi ve en son 14-28 Mayıs seçimlerinde Kılıçdaroğlu’nun bütün muhalefeti bir masada toplaması, her şeyden önce Erdoğan’ı devirmek suretiyle Suriye’de bir terör devletine Türkiye’nin itirazını ortadan kaldırmaya yönelikti. Eğer Fetullahçılar ya da Kılıçdaroğlu iktidarı ele geçirebilseler, bugün karşımızda bambaşka bir Suriye olacak; Esed diktatörlüğü bütün zalimliğiyle devam edecek, Türkiye’nin güneyinde bir PKK devleti kurulacak, İsrail sınırımıza kadar ulaşacaktı.
15 Temmuz sonrası MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin de desteğiyle Cumhurbaşkanı Erdoğan Suriye’de bir terör devleti kurulması projesine karşı sarsılmaz duruş sergiledi. Geri adım atmadığı gibi, himayesindeki muhalifler eliyle Suriye’de hiç beklenmedik, muhteşem bir devrim gerçekleştirdi.
13 yıllık bir mücadeleden, bir devrimden, tartışmasız bir zaferden, Esed, Rusya ve İran’ın çekilmesinden sonra, Suriye’de bir terör devleti imkân ve ihtimali ortadan kalktı.
Şimdi sadece ve sadece iki seçenek var:
Birincisi, Suriye’nin kuzeyindeki YPG/PKK silah bırakacak, bölgenin idaresini Şam yönetimine bırakacak. Ne federasyon, ne özerklik, ne kanton, ne de eyalet olacak. Suriye Kürtleri YPG/PKK baskısından kurtulacak, Suriye’nin eşit vatandaşları olarak, Şam’da temsil edilerek yeni, huzurlu, güvenli bir dönemi başlatacaklar. Şam yönetiminin talebinin bu yönde olduğunu ve kesin kararlılık içerdiğini görüyoruz. Türkiye de meselenin böyle suhuletle çözülebilmesi için Öcalan’dan yararlanmak dâhil her türlü adımı atıyor ve kesin kararlılık sergiliyor.
İkinci seçenek ise şu: Eğer YPG/PKK, Öcalan’ın çağrısına uymazsa, suhuletle silah bırakmazsa, Türk Silahlı Kuvvetleri ve Suriye’deki silahlı güçler YPG/PKK’nın üzerine yürüyecek. ABD ve İsrail teröre destek verecek olursa, Türkiye hiç tereddüt etmeden bu ülkelerle de savaşacak.
Bunun dışında üçüncü bir ihtimal olabilir mi? Mesela bir uzlaşma sağlanabilir mi? Trump’ın göreve başlamasıyla bir orta yol bulunabilir mi? Bazı tavizler karşılığında bir terör devletine ya da oluşumuna Türkiye göz yumabilir mi? Kesinlikle hayır. Zira böyle bir tavizin Türkiye içindeki yansıması korkunç olacaktır. 13 yıl sonra gelen bir zaferin ardından geri adım atmak ya da taviz vermek, Cumhur İttifakı’nı sarsacak, dahası, PKK terörü, elde ettiği kazanım ve sağladığı ABD/İsrail desteğiyle Türkiye’yi çok zor bir döneme taşıyacaktır. Suriye zaferi de böyle bir gelişmeden ciddi yara alacaktır.
Yani Türkiye için bu aşamada üçüncü bir seçenek kalmamıştır. Ya YPG/PKK silah bırakacaktır ya da Türkiye bütün gövdesiyle bir savaşa girecektir.
Avrupa, Yunanistan, İran’dan yapılan açıklamalar Türkiye’ye karşı bir şer cephesinin oluştuğunu gösteriyor. Bu cepheye gelişmelere göre Ermenistan’ın, Rusya’nın, Suriye Devrimi’nden çok tedirgin olan Mısır, Suudi Arabistan, Körfez ve Ürdün’ün de dâhil olması muhtemel.
Evet, tablo bu kadar net, keskin ve bir o kadar da gergin.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin başlattığı Öcalan tartışmalarını işte bu netlik, keskinlik ve gerginlik gölgesinde okumak gerekiyor. Erdoğan ve Bahçeli, bir savaşa gerek kalmadan meseleyi çözmek istiyorlar. Bir sıcak çatışma durumunda ise tüm dünyaya ve Kürtlere “Biz elimizden geleni yaptık ama başka çare kalmadı” mesajının alt yapısını hazırlıyorlar.
Meselenin ciddiyeti Türkiye içinde henüz tam olarak anlaşılabilmiş değil. Küçük siyasi hesaplarla Cumhur İttifakı’na, Erdoğan ve Bahçeli’ye yüklenenler tabloyu okumaktan acizler. Eğer bir “beka meselesi” varsa o işte budur ve bugündür. Türkiye ya bu sınavdan başarıyla çıkacak ya da çok çok zor bir sürece girecektir.
Tekrar yazalım: Mesele ne kadar ciddi olursa olsun, Öcalan’ın İmralı’dan çıkması söz konusu değil. Yakalandığı anda “Devletimin hizmetindeyim” diyen Öcalan, başlattığı terörü bitirerek, en azından bitirme çağrısı yaparak misyonunu yerine getirmiş olacak. Türkiye’nin kimseye borcu yok; dolayısıyla Öcalan çağrı yapsa da yapmasa da, çağrısı işe yarasa da yaramasa da beklenen olacak, devreye silah girecek. Başka yol görünmüyor.